Emrah Öztürk İle Yazmak Üzerine – Mavi Tuğba ATEŞ

Emrah Öztürk

10 Mart 1986’da Lefkoşa’da doğdu. Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümü’nden 2008’de mezun oldu. Sunderland Üniversitesi’ndeki “Film ve Kültürel Çalışmalar” adlı yüksek lisans programını 2010’da, ‘Medya ve İletişim Çalışmaları’ adlı doktora programını da 2020’de tamamladı. Kimi sinema ve televizyon programlarında çalıştı. “Fil’m Hafızası” adlı platformda sinema üzerine yazılar yazdı. İlk öyküleri Varlık, Kitap-lık, Dünyanın Öyküsü ve Sarnıç’ta yayımlandı. Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak sinema ve medya üzerine dersler vermektedir. 2005’te Süleyman Uluçamgil Şiir Ödülü’nü, 2012’de Tarık Dursun K. Öykü Yarışması’nda (Homeros Ödülleri) seçici kurul özel ödülünü kazandı. Öyküler Sen Varsan Güzel ve Öyküden Çıktım Yola adlı seçkilerde öyküleri yer aldı. Geri Dön Hayat, Türk Sinemasında 100 Unutulmaz Karakter adlı çalışmalarda yazıları yayımlandı. 2017’de yayımlanmaya başlayan edebiyat ve eleştiri dergisi olan Uçsuz’un editörleri arasında yer aldı. Edgar Allan Poe’nun Usher Konağı’nın Çöküşü (Alakarga Yayınları, 2019) adlı kitabının çevirisini yaptı.

Öykü Kitapları: Limon Yağmuru (YKY, 2014), Anlatamıyorum (YKY, 2017).

Kurmaca metinler yazmaya başladığınız ilk anı hatırlıyor musunuz? Sizi kurmaca metin yazmaya ilk kez teşvik eden etki hakkında neler söylersiniz?

Oyuncaklarımla çok oynardım küçükken. Bir mekan belirlerdim (odam, bahçemiz, gittiğimiz misafirliklerde bulduğum bir kuytu). Ardından bir konu oluştururdum. İyilerle kötüler olurdu. İyiler hep kazanırdı. Kötüler de zaten o kadar kötü değildi. Şimdi daha iyi anlıyorum bunu. Her türlü efekti, müziği ağzımla yapardım. Çizgi filmlerin de çok büyük katkısı olmuştur. Kurmaca metin, hayatıma işte bu şekilde girdi. 5 yaş civarında… Ancak beni yazmaya ilk teşvik eden şey; ilkokul birinci sınıftayken öğretmenin ‘bizi oyalamak için’ düzenlediği hikaye yarışmasıydı. Yazmak, bir şeyleri düşlemek – düşünmek, sanıyorum, ilk o zaman cezbetti beni.

Anlatı türleri düşünüldüğünde sizce hikâye ve öykü farklı türler midir?  Kimileri hikâye demeyi kimileri de öykü demeyi tercih ediyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

‘Hikâye’ şifahi kültürün tadına sahip. ‘Öykü’ ise Poe’nun fikir babalığı yaptığı ‘short story – kısa öykü’ türüne yönelimli, nispeten Aydınlanmacı bir terim. Yani Hikâye ile Öykü bir yandan aynı anlatı türünü ifade ederken öte taraftan birçok farklı dokulara sahipler. Benim bu konuyla ilgili muhafazakar bir tercihim yok. Yazılan metnin kendi türünü, kendi vatanını seçme hakkı var, diye düşünüyorum.

Kurmaca metinler yazarken belli bir rutininiz var mıdır? İlhama inanır mısınız? Yazmaya başlama süreciniz nasıl gerçekleşir?

İlhama çok inanmam. Metin, zihinde uzun süre düşünceyle, hevesle, hisle, tutkuyla yoğrulduktan sonra şekle giren bir şey. Ancak insanı yazmaya yönlendiren kimi an’lar olduğu da bir gerçek… Genelde kahve veya çay eşliğinde yazarım. Fırsat buldukça yazarım. Belirli bir yer olmak zorunda değil. Günün belirli bir saati olmasına da gerek yok. Yazmayı törene çevirmem, kutsamam, illa ki’lerim yoktur.

Yazarken önceden tasarladığınız bir plan dahilinde mi hareket edersiniz? Yoksa öykünüzün sizi götürdüğü atmosfere göre kurgu kendi içinde mi şekillenir?

Öyküsüne göre değişen bir şey bu. Şayet bir duygu baskınsa herhangi bir plan gözetmem. Akışa bırakırım. Ancak dramatik çatısı olan öyküleri (Bomba Ağacı, Şafak Bekçisi vb.) belirli bir çalışma takvimiyle yazıyorum.

Sizin için bir öyküyü başlatan ilk unsur nedir? Bir başka deyişle iç dünyanızda ne olunca kendinizi yazarken bulursunuz?Bir ses, koku, çağrışım…

Dediğiniz gibi bir ses bir koku bir çağrışım içimize bir öykü düşürebilir elbette. Ama o ‘büyük hikâye’ye dokunan, ahlakla – güçle – var olmakla ilgili o merkeze mutlaka bağlanmalı. Aksi halde arkası gelmeden öylece kalır.

Öykü yahut kurmaca metinler yazmanın bir ihtiyaç olup olmadığı konusunda ne düşünüyorsunuz? Yazmasanız deli olur muydunuz? Kurmaca metinler yazmayı hayatınızdan çıkardığınızda geriye ne kalır?

Hayat devam ediyor. Hep de edecek. Benim öyle insanlığı kurtaracak büyük fikirlerim, icatlarım, sözlerim, düşüncelerim yok. Ne ben deli olurdum yazmasam, ne de insanlık büyük bir kayıp yaşardı. Ama yazmak benim kendimi var etme – çoğaltma – üretme biçimim. Bu yolu ben seçtim. Akılla, belirli nedenlerle de açıklamak mümkün değil. İçinde duygu olan hiçbir ilişkiyi denklemlerle ifade edemeyiz…

Anlatamıyorum’daki Leyla isimli öykünüzde masalsı ögeler ağırlıklı olarak yer alıyor. Masalsı bir evrene doğru yolculuk söz konusu. Masal yazmaya yönelik bir çalışmanız var mı? İleride okurlarınız sizden çeşitli masallar okuyacaklar mı?

Elbette. 2012’den beri bir türlü bitiremediğim Yılanlar Sultanı adlı bir dosyam var. Şahmaran söylencesini kendimce yorumladığım bir çalışma. Ne yazık ki yakın zamanda noktayı koyacak gibi durmuyorum. Ama bir gün mutlaka bitecek.

Masaldan da öte son üç yıldır bir fantazi romanı üzerinde çalışıyorum. Bir aksilik olmazsa seneye (2021) okurla buluşacak gibi.

Öyküyü öykü yapan unsurlar sizce nedir? Okuduğunuz metnin nitelikli bir öykü olup olmadığı kanısına nasıl varırsınız?

Daha önceki soruda da belirttiğim gibi, metnin o ‘büyük hikâye’ye dokunup dokunmadığı önemli. Büyük hikâye derken de bahsedilen şey; ‘insan-lık hâli’ veya insan’ın hikâyesi… Metnin çağına seslenebilmesi, öteye ulaşabilmesi, yeni olabilmesi, okura yeni yeni pencereler sunabilmesi önemli…

Teşne öykünüzdeki “Birini çok sevince dilsiz kalıyorsun, onun tarafından… Oysa ben isterdim ki başa çıkabileyim ağzımdaki, belleğimdeki bu dikenle. Olmuyor. Bir sözcük öğrettin bana, bin sözcükle anlatamıyorum.” ifadesi genel olarak kitabın içindeki karakterlerin ortak bir derdi. Sizce yazmak kendini ifade etmenin bir başka biçimi midir? Yazmak ve kendini ifade etmek arasında nasıl bir ilişki vardır? Kurmaca metinler yazarını anlatır mı?

Elbette anlatır. Kişi ister kendisinden bahsetsin, ister bahsetmesin, tüm tutkuları, zaafları, travmaları, heyecanları vs. istem dışı da olsa yazıya dökülür… Ama Teşne’deki durum biraz farklı. İfade etme uğraşı da edebiyata dahil. Anlatamadığımız, konuşamadığımız, bir türlü yansıtamadığımız yönlerimizin de yeridir burası.

Kendinizi beş metaforla anlatacak olsanız, beş kelime kullanarak hangi metaforlarla anlatırdınız?

Çocuk… Hata… Anı… Düş… Sevgi…

 

Emrah Öztürk İle Yazmak Üzerine, Mavi Tuğba ATEŞ

#sin24, 2020.