Şiir’de Sansar Var – Ahmet Taşcı

Seyhan Erözçelik, 1980 sonrası şiirimizin en yetkin kalemlerinden birisidir. 80 kuşağı olarak adlandırılan şiir kuşağında yer alan ve sadece şiir alanında eser veren “acemi okurların yabancısı” bir şairdir. Yazmış olduğu şiirlerle, şiirin aynı zamanda yapılabilir de olduğunu göstermiştir. Sadece onun şiirinde değil genel itibariyle bu dönemde şiirden inşaya doğru bir geçiş söz konusudur. 1980 sonrasından sonra şiirimiz, 12 Eylül darbesinin açık ve örtük etkilerini taşımaktadır, bu dönemde Türk şiiri sindirilmiş ve içine kapatılmıştır, işte bu dönemin şiiri de faşizan baskı düzeninin kültürel/siyasal/ruhsal dayatmaları ve güdülendirmeleri bağlamında oluşmuş ve gelişmiştir. 1980 darbesinin etkisiyle yapay bir Türk şiiri oluşmaya başlamış, dışardan bir etki sonucu Türk şiiri inşa ile yapılan bir kanala doğru sürüklenmiştir. 80 darbesi sonrası Türk şiirinde dış etkenlerin de sebebiyle müphem bir şiir dili oluşturulmuştur. 1980 dönemi şairlerinin genellikle reklamcı olması oluşturulan bu müphem dili tetiklemiştir. Bu şiiri genel itibariyle yapay bir hale getirmiştir ancak bu demek değildir ki 1980 sonrası Türk şiiri tamamıyla bu algı biçimiyle yazılmıştır. Kendi içerisinde Seyhan Erözçelik, Nilgün Marmara, Sami Baydar, Adnan Özer, Yaşar Miraç, Süha Tuğtepe, Mustafa Irgat gibi özgünlüğünü yakalayan şairler de olmuştur.

Erözçelik, şiirinde tamamıyla ötekinden bağımsız bir kendilik oluşturmamıştır. Erözçelik şiirindeki ötekilik örtüktür, yer yer bu ötekilik daha da açık bir halde şiirlerine yansımıştır. Onun kendiliği aynı zamanda ötekidir. Bu öteki bazen bir şehir bazen bir kedi bazen bir gül bazen bir ada, bazen de bir kadınla konumlandırılmıştır, kelimeler Erözçelik şiirinde kavramsallaşıp “Seyhanca” kimliğini kazanmıştır. Örneğin Gül, kahve, telve, fal, yeis, sansar gibi kelimeler onunla özdeşleşmiş olup “Seyhanca” bir kimlik kazanmıştır. Bu açıdan Erözçelik şiiri kendi özgün dilini oluşturmayı başarmış ve kendinden önceki şairlerden aldığı bu şiir ateşini sonraki şairlere bırakmıştır. O, “düştanbul” başlıklı ilk şiirinden itibaren yavaş yavaş kendi şiir kozasını ören ve ördüğü bu kozayı kendi eli ile parçalayan bir şair olmuştur.

Erözçelik, şiiri hakkında da okuyucuya net bir görüntü sunmamaktadır. Baskı döneminde insanlar gibi döneminin şiirleri de içine kapanmıştır, bundan sebep Erözçelik şiiri içine kapanık bir şiirdir. Oldukça girift, çözülmesi zor bir şiir ortaya koymuştur. Şiirinin anahtarı şiirinden mülhemdir. Onun şiirinin anahtarı yazmış olduğu şiir kitaplarının başında ve sonunda bulunan düzyazı şiir formundaki şiirleridir. Yazılmış olan bu metinleri tam olarak düzyazı kategorisine yerleştirmek mümkün değildir, bu yazıları hem birer şiir hem de poetik metinler olarak okumak mümkündür.

Türk şiiri içerisinde genellikle kanonikleşmiş bir anlayış hakimdir. Okuyucular ve araştırmacılar tarafından aynı isim üzerinde şair veya yazar olsun tekrar tekrar durulmaktadır. Yani ısrarla Erözçelik gibi şairler görmezden gelinmektedir. Vermiş olduğumuz bu örnekler elbette çoğaltılabilir.

Erözçelik, alışılmış bir şiire odaklı okuyucuya yabancı bir şairdir ancak bu durum değişmeli ve Erözçelik şiiri önemsenmelidir. Onun şiiri unutuluş suikastine kurban gitmemelidir. Onun yazmış olduğu şiirden Yunus Emre’ye Eski Yunan’a ve Doğu’ya gitmek mümkündür. Erözçelik, okuyucuyu rahatsız eden bir şiir yazmıştır ve bu dünyadaki varoluşunu sancıyla ve rahatsızlıkla konumlandırmıştır, Türk şiirinin Sansarı Seyhan Erözçelik, Yazko Edebiyat dergisinde yayınladığı ilk şiirinden itibaren dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Şiir alanında adından söz ettirecek kitaplara imza atmış “Kitaplar- Toplu Şiirler” ile 2004 yılında Behçet Necatigil şiir ödülünü almıştır. Erözçelik okura zor ve geniş bir okuma coğrafyası sunmaktadır. Kelimeleri bozup çatan ve şiiri bir anda kesen sıkı bir şiire imza atmıştır. Onun şiir coğrafyası Yunus Emre’den Kavafis’e kadar uzanmaktadır. Asaf Halet ve Ece Ayhan şiirini de iyi özümsemiş kendi poetikasını oluşturmuştur. Onun şiirlerine yapısalcılık, metinlerarasılık, doğa ve daha pek çok konudan yaklaşmak mümkündür.

1980 kuşağının etkin şairlerinden olan Erözçelik, döneminin en etkin kalemleri arasında gösterilmiştir. Bartın doğumlu şair, ilkokulu bitirdikten sonra öğretmeninin yönlendirmesi ile Maarif Koleji sınavına girmiş ve eğitimi için İstanbul’a gitmiştir. İşte asıl buradan sonra şairin şiir yolculuğu başlamıştır. Yatılı okuyan Erözçelik, artık doğup büyüdüğü yerlerden uzaklaşmış ve hasretlik başlamıştır. Şiire hasret burcundan giriş yapmıştır, o zamanlardan itibaren şiir dünyası şekillenen şair, Bomonti, Ece Bar, Arif’in Yeri, Hisar Kahve, Çorlulu Ali Paşa Medresesi gibi kendisi için birer okul mahiyeti taşıyan mekanlarda takılmaya başlamıştır. İşte bu mekanlar da onun hem arkadaş çevresini hem de şiirini şekillendirmiştir.

Birer okul olan bu edebiyat mahfillerinde aynı zamanda Haydar Ergülen, Vural Bahadır Bayrıl, Ali Günvar, Osman Hakan A. ile birlikte yedi sayı çıkacak olan Şiir Atı dergisinin temellerini atmış ve çıkartmışlardır. Edebi çevrede her daim bulunan şiirin uçarı çocuğu seyhan Erözçelik arkadaşları tarafınfan “sansar” olarak adlandırılmıştır.

Edebiyat sohbetlerinin yapıldığı bir diğer mekan da Nahit Hanım’ın evinde yaptığı edebiyat sohbetleridir. Ece Ayhan, Nilgün Marmara, Edip Cansever, Mustafa Irgat, küçük İskender ve daha pek çok sanatçı Cuma akşamları bu evdedir, bir şair için muhakkak bu çok prestijli bir olaydır, orda bulunmak şüphesiz ki Erözçelik’in şiiri coğrafyasını şekillendirmiş ve burada bulunan şairlerden ateş almıştır.

“Peki, Nahit Hanım’ın evindeki güzelim Cuma akşamları, bir kahve yazısına girer mi? Girmez belki ama misafirleri sayabilirim. Mustafa Irgat, Ece Ayhan, Edip Cansever, Cemal Süreya, küçük İskender, Gürdal Duyar, Tomris Uyar, Arif Damar, Canan Hanım (Can Yücel’in ikiz kardeşi), Nilgün Marmara, Emel Şahinkaya, aktörler, müzisyenler ve daha nicesi … Kimler kimler, geldi geçti. Nahit Hanım’ın “moderatörlüğünde” çok keyifli Cuma akşamları yaşardık. Ben yirmili yaşlarımı sürüyordum ve Cuma akşamları o yaştaki bir insan için eğlenme zamanıdır değil mi? Oysa ben hep, Nahit Hanım’ın evindeki sohbetleri tercih ettim”

Erözçelik, sözcükleri bozup çatmış ve onları bir şiir formuna dönüştürmeyi başarmış ve şiirdeki özgünlüğü yakalmış bir şairdir. Şiiri ile hakikati ifade etmeyi başarmıştır aynı zamanda da şiirin yapılabilir şey olduğunu da göstermiştir. Yunus Emre onun şiirinin çıkış noktasıdır, onun şiir hocasıdır. Dile ayrı bir ehemmiyet veren şair, memleketi Bartın başta olmak üzere Eski Türk dillerini de şiirlerinde sıkça kullanmıştır.

Erözçelik, 1986 yılında Ali Günvar, Vural Bahadır Bayrıl, Haydar Ergülen, Osman Hakan A, Orhan Alkaya ile birlikte yedi sayı çıkacak olan “Şiir Atı” dergisinin ilk fikirlerini de onlar için bir edebiyat mahfili niteliği taşıyan Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde atmış ve dergiyi çıkartmışlardır. Çıkarttıkları bu derginin amblemini Mehmet Koyunoğlu tasarlamıştır. Aynı zamanda yine 1986 yılında Şiir Atı Yayıncılık’ı kurmuşlardır. Şiir Atı Yayıncılık’ın çıkarttığı ilk kitap “Yeis ile Tabanca” ile Erözçelik’in kitabı olmuştur. Erözçelik, Medrese günlerini ve oranın müdavimlerini şu şekilde anlatmıştır:

“İstanbul’un en iyi nargile kahvelerinden biridir. Şiir Atı orada doğdu. Benim ilk kitabım Yeis ile Tabanca da… Necat Çavuş, İhsan Deniz, Hüseyin Atlansoy, Mehmet Ocaktan gibi arkadaşlarımla, orada tanıştım. Metin Celâl, Adnan Özer, Tuğrul Tanyol, Orhan Kâhyaoğlu, Cengiz Öndersever, hep oradaydık. Çıkardığımız birçok kitabın tohumu orada atıldı. Bazen, Gösteri dergisine uğrardık, Doğan Hızlan ve Hâmi Çağdaş’ı görmek için. Tabii ki, şiir vermek için de… Medrese, çok güzeldir, garsonları orda yaşlanırlar. Sizi, yıllar geçse bile, artık oradan ayağınızı kesseniz bile, şıp! diye tanırlar. Mehmet Müfit’i unutamam. Şiir yazarken, antika da satmaya çalışırdı”

Birer üniversite niteliği taşıyan bu kahvehaneler, mekanlar edebiyat tarihi açısından oldukça önem arz etmektedir, bu konuda İstanbul’u çok iyi tanıyan Salah Birsel’in yazmış olduğu Kahveler Kitabı ilgilileri için önemli bir referans kitabıdır.

Boğaziçi Üniversite’sindeyken Gündüz Vassaf, Hilmi Yavuz ve Cevat Çapan’ın Akademi’deki derslerine katılan Erözçelik’in şiir gelişimine kuşkusuz bu isimlerin de önemli bir katkısı olmuştur. Erözçelik yazdığı ilk şiirlerinden itibaren geçmişi yadsımayan, onu modern bir perspektifte yeniden üreten, dile gerekli özeni gösteren bir şair olmuştur. O, hem Yunus Emre’yi hem de Konstantinos Petru Kavafis gibi iki farklı ismi iki farklı şiir kültürünü bilen ve bunu özümseyebilen bir şair olup hiçbir zaman tek taraflı, yanlı bir şiir anlayışına sahip olmamış özerk ve okuyucusunu seçen bir şiir yazmıştır.

18. Yy’da yaşamış, Eski Türk edebiyatının son büyük şairi kabul edilen Şeyh Galip’in 24 yaşında kaleme aldığı Hüsn-ü Aşk eserinde “ esrarını mesnevi’den aldım/ çaldım veli miri malı çaldım/ fehm etmeğe sen de himmet eyle/ ol gevheri bul da sirkat eyle” beyitlerinde olduğu gibi şair Erözçelik de 80 dönemi şiiri için, önceki kuşaklardan vesayet almadıklarını ve kendi ayakları üzerinde doğrulduklarını söyleseler de, o kendinden önceki şairlerden bir Prometheus gibi ateşi çalmış ve kendisinin de sadece bir mirasçı olduğunu söylemiştir. 80 döneminin sanat ve edebiyat dergileri arasında olan Hürriyet Gösteri’de kendisi ile yapılan bir söyleşi de şunları ifade etmiştir:

“Ben Ece Ayhan’dan ne kadar etkilendiysem, Behçet Necatigil’den de o kadar etkilenmişimdir. Geçmişten hiçbir şekilde vesayet almak istemiyorum, ama ben geçmişin mirasçısıyım. Geçmişte şiir yazanların arzusu dışında da olsa, bu böyle. Benim derdim ateşten bir alev çalıp kaçmak ve kendi ateşimi (belki de çaldırıncaya kadar) muhafaza” (Ersöz, 1990, s. 64).

Diline aşık olan şair bunun bilincine varmış ve her fırsatta dilini Yunus Emre’den aldığını belirtmiştir. Şiir ve yazıları Şiir Atı, Gösteri, Gergedan, Argos, Defter, Sombahar, Adam Sanat, kitap-lık, heves, Mahfil gibi dergilerde yayımlanmıştır. Yale, Duke, Buffalo State ve Princeton gibi üniversitelerde yapılan sempozyumlara davet edilen şair Princeton’ dan iş teklifi de almış ancak sağlık sorunlarından ötürü kabul edememiştir. Erözçelik, sükut suikastına uğramış, göğ bir ekin gibi 1941 yılında henüz 23 yaşında ölen, Arif Damar’ın “ilk sürrealist” olarak tanımladığı, Türk şiirinin “hasıraltı” ettiği şair Halit Asım’ın şiirlerini yeniden gün yüzüne çıkarmıştır. Hazırlanan bu kitap Korsan Yayınları’ndan “Ömrüm” ismiyle 1940 yılındaki baskısı esas alınarak ve dergide kalmış diğer şiirleri de eklenerek basılmıştır. Yücel Kayıran, Halit Asım üzerine yazdığı “Kuşlar Bu Oda Kasvetlidir” adlı yazısında bundan bahsetme gereği duymamıştır. Kitabın üçüncü baskısı da Kenan Yücel tarafından hazırlanmış olup Ve Yayınevi tarafından yine aynı başlıkla okuyucuya sunulmuştur. Erözçelik, şiir dünyasını şekillendiren, şiir hocalarından birisi olan mistik şair Asaf Halet Çelebi’nin şiirleri üzerine bir şerh denemesi de hazırlamıştır. Son Vezir Asaf’ın Şiir Dünyasında Nedircik Yavruları, Bir İpuçlandırma Çalısması adlı bu çalışma ilk olarak Şiir Atı dergisinin ikinci sayısında yayımlanmış daha sonra eklemeler ve düzeltmeler yapılarak Everest Yayınları tarafından Asaf Halet Çelebi-Bütün şiirleri kitabının sonuna eklenmiştir. Aynı zamanda Cevat Çapan ile birlikte, 1891 – 1938 yılları arasında yaşamış, Akmeist okulunun kurucularından olan Rus şair Osip Mandelştam’tan çevirileri yapmıştır.

Erözçelik, yedi sayı çıkarttıkları Şiir Atı dergisinden sonra birbirinden bağımsız 2004 yılında Şiiratı Yaz Kitabı (Mustafa Irgat Dosyası), 2005 yılında ise Şiiratı Bahar Kitabı’nı (Haşim Çatış Dosyası) Simurg Kitapçılık’tan çıkartmıştır. 2011 yılında Haydar Ergülen, Ali Günvar, Vural Bahadır Bayrıl’ın katıldığı bir radyo programında Şiiratı Seyhan Erözçelik dosyasının hazır olduğu ve kısa süre içerisinde basılacağı söylense de o süre bir türlü gelmemiş ve hala basılamamıştır. Bekliyoruz sıkı dostlar!

Şair, reklam yazarı, Hilmi Yavuz’un oğlu Ali Hikmet, Seyhan Erözçelik için bir ağıt niteliği taşıyan “Lise Defteri” adlı bir şiir kitabı yayınlamıştır, kitap tamamıyla Erözçelik şiirleri üzerine kurulmuş ve onun şiirlerinin farklı bir perspektiften yorumlanmasıdır. Ali Hikmet için artık “24 Ağustos diye bir tarih yok”tur, çünkü o gün bir ağabeyini çok sevdiği bir şairi kaybetmiştir. Bu dünyadan Seyhan Erözçelik diye bir şair geçmiştir.

Bir ağaç öldü,
   Ben’i büyüten bir ağaç,
      Ben öldüm yaprak yaprak
Zincirlikuyu’da
   4. caddeye gömüldüm
Taşlar kurudu,
   Toprak suyunu çekti
Su dediysem
   Taşın durmadan taşan belleği
Küçük harfler torbasına
   Elimi attım
Elif’in mürekkebi kurudu
Yaz bitti…

Yararlanılan Kaynaklar
1. Osman Çakmakçı, Aşağılık Sanat
2. Ahmet Oktay, İmkansız Poetika
3. Cezmi Ersöz, Seyhan Erözçelik İle 80’li Yıllar ve Şiiri Üstüne, Hürriyet Gösteri