Matrix, başrollerinde Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss ve Hugo Weaving’in yer aldığı 1999 yapımı bir bilimkurgu filmi. Matrix bir üçleme film serisi ve serinin diğer filmleri de “Matrix Reloaded” ve “Matrix Revolutions” olarak adlandırılmış. Filmin yazar ve yönetmen koltuğunda ise Laurence ve Andrew Wachowski kardeşler yer alıyor. Sonradan isimlerini Lana ve Lilly olarak değiştiren Laurence ve Andrew Wachowski kardeşler, Matrix serisi haricinde; Bulut Atlası ve Jüpiter Yükseliyor gibi sinema filmlerine ve Sense8 adlı bilim kurgu dizisine de imza attılar.
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi 250 filmi arasında 14. Sırada yer alan Matrix, bugün üretilen pek çok yapay zeka ve rüya temalı filmin atası konumundadır. Hem genel film normları içerisinde değerlendirildiğinde, hem de filmin sinematik evreni haricinde derin felsefi ve toplumsal mesajlar içermesi hasebiyle filme gösterilen ilginin de ne kadar haklı olduğu gözler önüne serilmektedir.
Matrix’i izlemeyen, filme dair bir fikri olmayan, hiç değilse caps’lerde falan rast gelmeyen kişi sayısı sıfıra yakındır sanıyorum. Gene de film analizi yazmanın şanındandır, önce film şöyle bir kısaca özetlenir:
Bir yazılım şirketinde çalışan Thomas Anderson (Keanu Reeves), hayatın monotonluğundan sıyrılmak isteyen, farklı arayışları olan bir adamdır. Bunun için de mesai saatleri dışında “Neo” takma adıyla hacker’lık yapmaktadır. Bir gün bilgisayarına gelen bir mesajda iletilen “Uyan” ve “Beyaz tavşanı izle” direktiflerine uyan Neo gittiği barda Trinity (Carrie-Anne Moss) ile tanışır. Trinity Neo’yu alıp onu Morpheus’a (Laurence Fishburne) götürür. Morpheus Neo’ya onun seçilmiş kişi olduğunu ve yaşadığını sandığı dünyanın “Matrix” adlı bir simülasyondan ibaret olduğunu söyler. Neo da Matrix simülasyonunun derinlerine inmek ve sistemi çözüp çökertmek için Morpheus’un ekibine katılmaya ve onlarla birlikte savaşmaya karar verir. İnsanları köle olarak kullanan makinelere karşı yapılan savaşta Neo insanlığın yanında yer almaktadır.
Filmin derin felsefi ve toplumsal meselelere karşı duruşunu ve derinliğini ele almadan önce, filmin sinemasal anlatı özelliğini ele almakta yarar var.
Film, gerek görüntü gerekse ses konusunda da devrimci bir eser niteliğinde. Filmin görüntü yönetimi, ses tasarımı ve efekt kullanımı muadillerinden daha özverili çalışılmış ve daha ileri görüşlü düşünülmüş. Bunu da 72. Akademi Ödülleri’nde aldığı “En İyi Görsel Efekt”, “En İyi Film Kurgusu”, “En İyi Ses Miksajı” ve “En İyi Ses Kurgusu” ödülleriyle taçlandırmış. Filmin aday olduğu diğer kategorilerde ödüle layık görülmemesi de eleştirmenler ve sinemacılar tarafından Akademi’ye güvenin sarsıldığı yıllarda pek de şaşkınlıkla karşılanmamış doğrusu.
Özellikle kullanılan yüksek kare görüntüler (slow-motion) ve daha önce örneğine pek az rastladığımız görsel efektler filmin hikaye zenginliğini desteklemekle kalmamış, zaman zaman filmin önüne bile geçmiştir. O mermileri eliyle durdurması, kurşunlardan eğilerek kaçması falan o güne kadar pek de şahit olduğumuz manzaralar değildi.
Filmin derin dehlizlerine inmeden oyuncular ve oyuncu seçimine değinmekte de fayda var. Filmdeki üç ana karakter ve yardımcı diğer karakterlerin hem fenotipi, hem de genotipi üzerine yoğun emek harcanmış. Neo karakterini canlandıran Keanu Reeves, sonrasında John Wick gibi kült bir karaktere hayat verse de onu hepimiz hâlâ Neo diye tanıyor ve seviyoruz. Bir arkadaşımın John Wick’i izlerken “Bak şimdi Neo, Matrix’te attığı tekmenin aynısını atacak bu herife” demişliği bile var… Keanu’nun karakteri, duruşu, mesleğine ve insanlığa bakışı ile ilgili de bir şeyler karalamak isterim ilerleyen dönemlerde.
Trinity’ye gelecek olursak, o da canlandıran aktris Carrie-Anne Moss ile özdeşleşmiş kült bir karakter. Siyah kısa saçları, siyah deri ceketi, güneş gözlükleri, motorsikleti ile insana “Yüce Allah şahidimdir ki sen kadınsın!” dedirtiyor adeta. Bu aksesuarları elbette ki başka bir yıldız da rahatlıkla taşıyabilirdi ancak, Moss’un Trinity ruhunu aksettirebilir miydi, orası soru işareti…
Filmlerde güçlü ve erişilmez kadın imajını çizmek için hep kısa saç ve deri ceket tercih edilmesi de dikkatimi çeken unsurlardan. Uzun saçlı ve triko hırka giyen kadın karakterler de söylediği laflar ve tavırlarıyla pekala güçlü görünebiliyorlar bence…
UYAN NEO!
Film böyle başlıyor. “Uyan”. Bu mesaj filmde Neo’ya verildiği kadar topluma da iletilen bir mesaj. Film insanlığı dijital bir uyanışa davet ediyor. Ya da dijitalden uyanışa… Rutin iş hayatından, monoton sosyal yaşantıdan ve birilerinin dayattığı hayatı yaşamaktan bıkan Thomas Anderson, uyanmaya karar veriyor ve seçilmiş kişi olan “Neo” olma yolunda ilk adımı atıyor.
Neo’nun karşılaştığı bir diğer mesaj ise “Beyaz tavşanı takip et”. Bu mesajda da hepimizin çocukken keyifle okuduğu Alice Harikalar Diyarı’nda adlı romana bir atıfta bulunulmuş. Bu gönderme daha sonraki sahnelerde Morpheus’un Neo’yu ilk gördüğünde söylediği “Harikalar diyarında, tavşan ininden düşmüş Alice gibisin” repliğiyle de desteklenmiş durumda. Tıpkı Alice gibi, Neo da merakının peşine takılıp tavşan deliğinden atlıyor.
– Neo’nun kapısının çalıp arkadaşlarının geldiği sahnede, yazdığı kaçak yazılımı içine koyduğu kitap “Simulakrlar ve Simülasyon”. Bu sahnede de Matrix evreninin görsel alt yapısını kuranlar, bu evrene dair daha önce tasarılar yapan ve simülasyonların varlığından insanları haberdar ettiğine inandıkları Jean Baudrillard’a bir selam çakıyor.
GERÇEĞİN ÇÖLÜNE HOŞGELDİN NEO!
Trinity’nin davetiyle Morpheus’un karşısına geçen Neo’ya bir seçim hakkı sunulur. Kırmızı hap ve mavi hap… Mavi hapı alırsa rutin hayatına geri dönüp bir daha Morpheus, Trinity ve diğer karakterli görmek şöyle dursun, Matrix’e dair tek bir kelime dahi duymayacak; yok eğer kırmızı hapı alırsa da kehanette bulunulan seçilmiş kişi olup olmadığını test etme yolunda Matrix’in derinliklerine düşmeyi göze alacaktır. Burada hayatın seçimlerden ibaret olduğuna ve yaptığımız seçimlerin hayatımızı yönlendirdiğine de değinilmiş. Hayatta olduğu gibi dijitalde de iki seçenek mevcuttur ve dijital dünyanın bütün kodları bu iki seçenekten meydana gelmektedir. 1 ve 0… Kırmızı hap ve mavi hap…
Morpheus Neo’ya yaşadığı evrenin Matrix adlı bir simülasyondan, yani insan yapımı bir yazılımdan ibaret olduğunu ve kendisi dahil yaşayan bütün insanların makinelerin emrinde çalışan köleler olduğunu söyler. Makinelere karşı başlattıkları isyanda yanlarında olması gerektiğini belirtir. Burada da dijital bir devrimin haberciliği söz konusu… Hepimizin hemen hemen her gün, her ortamda duyduğu “Robotlar bizi esir alacak”, “Bizi makineler yönetecek”, “İnsanlığın sonu gelecek” gibi kehanetlerin çıkış noktalarından birinin Matrix filmi olduğu gün gibi aşikâr…
– Morpheus karakteri için Yunan mitolojisinde yer alan uyku tanrısı Hypnos’un oğlu rüyalar tanrısı Morpheus’tan yola çıkılmıştır. Film gerek karakter isimleri, gerekse mitolojik olaylardan enstantaneler sergilemesi ile de mitoloji ve felsefe ile içli-dışlı bir film yapıldığında etkisinin neler olacağını göstermiştir. Kaptan Lock karakterinde ise “Tabula Rasa” kavramıyla zihnin boş bir levha olduğunu ileri süren John Locke’a gönderme yapılmıştır.
Neo davete icabet eder ve makinelerle savaşmak üzere Morpheus’un ekibine katılır. Ekipte yer alan Tank, Dozer, Cypher, Trinity ve Morpheus’un destekleriyle bir dizi eğitimden geçer. Bu ekip bir gemidedir ve bu gemide kurdukları sistemle zihinsel olarak Matrix simülasyonuna, yani Neo’nun daha önce yaşadığını sandığı dünyaya, geçiş yaparlar.
– İçinde bulundukları geminin adı Nebuchadnezzar’dır. Nebuchadnezzar ise meşhur Asma Bahçeleri’ni inşa ettiren Babil Kralı’nın adıdır. Bu kralın adının gemiye verilmesinin alamet-i farikası ise geminin isim babası olan Kral Nebuchadnezzar bir gün bir rüya görür ve gördüğü rüyayı unutur ve aramaya başlar. Rüyalar tanrısına atıfta bulunan Morpheus karakterinin makinelere isyanında aracı olan gemiye bu ismin verilmesi, filmin senaryosu üzerinde ne kadar akıllı tasarımlar yapıldığının bir göstergesi olsa gerek.
Neo, Matrix evreninde ilk düşmanıyla karşılaşır ve onunla savaşır. Ajan Smith adlı bu düşman bir makineden, robottan ibarettir. Dolayısıyla da bütün savaş teknikleri Ajan Smith’te mevcuttur. Ajan Smith alt metin olarak bir virüstür. Sistemin içine girip onu istediği gibi kontrol eden, sonunda da sistemin yıkımına sebebiyet verecek olan bir virüs.
Ajan Smith allem edip kallem edip Morpheus’u esir alır. Neo, Trinity ve diğer mürettebat da Morpheus’u kurtarmak için Matrix’e tekrar giriş yaparlar.
– Ajan Smith’in Morpheus’la yaptığı konuşmada: “İnsanlar memeli değildir. Her memeli grubunun kendine ait bir habitatı vardır. Oysa ki insanın belirli bir habitatı yoktur. İnsanlar hastalık gibidir. Virüs gibi. Başkasının yaşam alanı olan bir habitata yerleşirler ve orayı kendi yaşam alanlarına çevirirler”. Denerek Darwin’in teorisine de atıfta bulunulmuştur.
Smith’le ve diğer ajanlarla girişilen mücadelede Morpheus kurtulur, ancak Neo bu savaşta ağır yaralar alır. Hatta ölür. Daha doğrusu öldü zannedilir. Daha sonra Trinity gelir, bir Türk dizisi edasıyla Neo’yu öper ve o da ne? Neo dirilir. Yani koskoca Matrix filminde Neo karakterinin dirilişine vesile olacak bir öpücükten başka parametre yok muydu diye düşünmeden edemiyor insan… Neyse, Diriliş Neo’dan sonra kurşun geçirmez, daha doğrusu kurşuna hükmeden biri haline gelir. Haliyle de Ajan Smith’i alaşağı eder.
– Bu arada Matrix evreninden tekrar gemiye dönmek için karakterlerin kullandıkları yöntem, çalan bir telefona cevap vermektir. Eski bir telefon çalar, karakter telefonu açar ve Matrix out, Nebuchadnezzar in. Burada zibilyon teknolojik araç arasından eski telefonun bu işe vesile olmasında; sanki eskiye dönmenin, iletişimde teknoloji kullanımında abartmamanın, hayatı teknolojiden ibaret görmemenin mesajı veriliyor gibi algılanabilir. Bu da bir fikir…
– Ajan Smith’e gemideki insanların Matrix evreninde neler yaptığını haber verecek ve onları tufaya getirecek bir köstebek lazım gelir. Smith de gemi mürettebatından Cypher’ı köstebeklik teklif etmek üzere lüks bir restorana davet eder ve ona gemide çıkan eciş bücüş yemekler yerine şöyle löpür löpür bir biftek takdim eder. Bifteği lüpleten Cypher, hem gemideki yemeklerden, hem de geminin askeri düzeninden rahatsızdır ve simülasyonda dilediği gibi yaşamayı hayâl etmektedir. Yapacağı bu dijital köstebeklik karşılığında herkesin tanıdığı ünlü bir aktör olmayı talep eder. Ajan Smith Cyhper’a “Bay Reagan” diye hitap eder. Burada da Hollywood aktörlüğünü bırakıp siyasete giren ve Devlet Başkanı olan Ronald Reagan’a bir gönderme var sanki… (bkz. “Ronald Reagan’ın Hollywood’daki Komünizm Yanlısı Aktör ve Yönetmenleri İhbar Etmesi” temalı haberler…)
Filmde Matrix simülasyonunda yer alan insan-yazılımların gerçek hayatta insan olarak yaşadıkları bir yer var. Zion adlı bu evreni daha çok serinin ikinci ve üçüncü filminde görüyoruz. Burada genç-yaşlı, kadın-erkek, siyah-beyaz vs. her türden insanın yer almasıyla bizim dünyamız tasvir edilmiş adeta. Zion’luların makinelerle savaşında onlara destek olan ve kehaneti gerçekleştireceğine inanılan Neo Zion’u kurtarmayı ve bu savaşı bitirmeyi hedeflemektedir.
SEN SEÇİLMİŞ KİŞİSİN NEO!
Filmde yer alan en önemli karakterlerden biri de Kahin karakteri. Kahin her şeyi bilen ve bildikleri ışığında insanları yönlendiren bir kadın-yazılım. Kahin Zion’lulara Neo’nun seçilmiş kişi olduğunu ve makinelerle olan savaşı sonlandıracağını söylemiştir. Bu kehanete en çok inanan da Morpheus olmuştur. Dolayısıyla Neo’ya en çok güvenen de yine Morpheus’tur.
– Morpheus, Neo ile yaptığı konuşmasında ona inandığını ancak onun da bu inanç doğrultusunda bir şeyler yapması gerektiğini şu sözlerle ifade eder: “Yolu bilmek ve yolda gitmek farklı şeyler.” Morpheus’un dediği söz post-truth dönemini yaşadığımız günümüzde ne kadar da geçerli öyle değil mi? Herkes her şeyi biliyor. Hatta herkesin kendi gerçeği var. Dolayısıyla insanlar ne söylerseniz inanıyorlar. Çünkü gerçek tek değil, bir sürü… Yani yolu bilmek tamam, eyvallah ama insanlığın kaçta kaçı bu yolda gidiyor? Bu düzeni değiştirmek, iyileştirmek, geliştirmek, makus sonu geciktirmek için hangimiz neler yapıyoruz?
– Neo bir şeyler yapıyor. Neo çabalıyor, Neo kendi benliğini ve bedenini hiçe sayıp insanlığı kurtarmak için elini taşın altına koyuyor. Neo gibi olun! Neo’nun mahlasının anlamı birçok dilde “Yeni” anlamına geliyor. Yani yeniliğe bir işaret Neo. Yeni şeyler yapmanın, yeni sözler söylemenin gerektiğine dalalet Neo!
– Film boyunca yağan yağmurlar müthiş bir görsellik sunmasının yanı sıra birtakım mesajlar vermek için de tercih edilmiş. Yönetmenler yağmurların tasarımını Matrix’in kodlarında yer alan dikey çizgilere benzetmişler. Filmin kritik sahnelerinde yağan yağmurlar da kodlarda bir takım aksiliklerin, dolayısıyla Matrix simülasyonunda gerçekleşmesi muhtemel aksaklıkların habercisi olarak tasarlanmış. Bize de bunu düşüneni tebrik etmek düşer.
Zion halkı makinelerle olan savaşını kaybetmiştir. Makineler her tarafı işgal etmişlerdir. Son umutları Neo, o esnada makinelerin kaynağına gidip barış teklif eder. Kaynak ise tek bir şartla bunu kabul edeceğini söyler. Ajan Smith’in ve diğer ajanların yok edilmesi gerekmektedir. Neo bu teklifi kabul eder ve Ajan Smith’le savaşmak üzere bir kez daha Matrix’in yolunu tutar. O ana kadar Ajan Smith’i hiçbir insan-yazılım yok etmeyi başaramamıştır. Çünkü Smith komple bir makinedir ve makinelere karşı savaşı hiçbir insan kazanamaz. Bu düstura inanan Zion halkı çaresiz Neo’dan bir mucizeyi, daha doğrusu inandıkları kehaneti gerçekleştirmesini beklerler. Neo, Ajan Smith’le uzun sürecek bir savaşa tutuşur. Görsel bir şölen gibi geçen uzun bir dövüş sekansı sonrası Neo yenilir gibi olur. Smith de zafer naraları eşliğinde galibiyeti kutlarken Neo bir anda tekrar kendine gelir. Smith Neo’nun oyununa gelir ve kendini ona kopyalar. Neo gerçek yaşamında makinelerin kaynağının yanında olduğu için kendini, yani Ajan Smith olmuş kendini yok eder ve bütün Ajan Smith kopyaları aynı anda yok olur. Böylece kaynak da anlaşma gereği savaşı sonlandırarak bütün makineleri geri çeker ve Zion’a barış gelir.
– Başlarda mümkün olmayan Smith virüsünü yenmek, yalnızca onun gibi davranarak savaşmakla mümkün olmuştur. Yani düşmanın gibi savaşırsan düşmanını alt edersin gibi bir mesaj çıkmaktadır buradan.
• Matrix filmi ile ilgili yapılan en büyük eleştiri sonraki iki filmin ilk filmden nitelik olarak oldukça düşük olduğudur. Bu eleştiriye hak verilebilir, zira ilk filmdeki karakter ve hikaye derinliğine diğer iki filmde pek rastlanamamaktadır. Bu eleştiriye bir teoriyle yanıt veren Fizikçi Erkcan Özcan; ilk filmi insanların, diğer iki filmi makinelerin çektiğini; sonraki iki filmin o yüzden kötü olduğunu öne sürmüştür. Baktığın zaman gayet mantıklı bir teori.
Son olarak;
Matrix filminin alt metninde uyanmak ve uyanış kavramları yatmaktadır. Bu uyanışın ancak mevcut hayatı sonlandırıp başka bir evrende yaşamaya başlamakla mümkün olduğu savunulur.
Bu anlayış ve mesaj bizim pek de uzak olmadığımız bir kaynakta da geçmekte… Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yer alan bir ayet benzer uyarıyı yapmaktadır bizlere:
“İnsanlar uykudadır. Ancak ölünce uyanırlar”
Uyanmak, uyanış önemli kavramlar. Çünkü uyanan insan farkında olan insandır, uyanan insan bir daha uyumamak için bir şeyler yapan insandır.
Teknolojinin ve dijital hayatın sosyal yaşantımızın ortasına zonk diye oturduğu şu günlerde bu mesajı sürekli hatırlamalı ve bu minvalde iyileştirmeler yapmaya çalışmalıyız. Dünya hâlâ bizimken…
Düşünsenize, hepimiz Matrix’in türevi bir simülasyonunun içerisindeyiz ve çıkmak için telefonun çalmasını bekliyoruz. Yaşadığımız dönemde olanlara bakınca aslında mantıklı geliyor, değil mi?
Telefonun çalmasını istiyorsak, telefonu kapatmamız gerekmekte.
Aksi halde sonsuza kadar meşgul çalacak…
Matrix: Bir Devrimin Habercisi, Emre BİRHAN
#sin23, 2020.