Bir Garip İroni, Irkçılıkla Suçlanan Kitap: Bülbülü Öldürmek – Cemre ÖZCAN

Ne zaman “Yasak kardeşim!” denilse, “Aha içerdeyim aha dışarıdayım…” replikleri ve Cem Karaca’nın kutsal değerler içine kaydedilecek kadar kıymetli sesiyle “Bu son olsun bu son…” sesleri çınlar kulaklarımda. Sonra içten içe can acıtan bir gülümseme belirir dudaklarımda. Bir de Sinan Çetin’in “Mutlu Ol Bu Bir Emirdir!” kısa filmindeki Beethoven’ın 9. senfonisiyle söylenen Hopa Şinanay şarkısını hatırlarım. Sinan Çetin “Mutlu Ol Bu Bir Emirdir!” kısa filmi ve Orçun Benli Bu Son Olsun filmiyle çok yakın tarihlerde aklıma ilk gelen yönetmenlerden yalnızca ikisidir. Ülkemizin kültür, sanat ve edebiyat dünyasına bakıldığında, sinemada Yılmaz Güney ve Metin Erksan’ı, edebiyat dünyasında yine Yılmaz Güney, Nazım Hikmet, Edip Cansever, Cemal Süreya’yı, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz müzik dünyasında ise Bülent Ersoy’dan İbrahim Tatlıses’e, Musa Eroğlu’ndan Orhan Gencebay’a kadar birçok ünlü, yazar, şair, oyuncu ve yönetmen sansürden payını almıştır. Kimi müstehcenlikten, kimi ideolojik sebeplerden kimi ise çok daha komik gerekçelerden sansüre uğramıştır. Uygulayan her kim olursa olsun, gerekçesi her ne olursa olsun, dönemi hangi dönem olursa olsun hiçbir düşüncenin, hiçbir sanat eserinin, hiçbir edebiyat ürünün yasaklanması, engellenmesi, imha edilmesi, aşağılanması asla kabul edilebilir bir durum olmamalı. Bugün kendisi gibi düşünmeyen sanatçıların, gazetecilerin, yönetmenlerin, oyuncuların, şair ya da yazarların sansürüne sessiz kalan ya da destek olanlar bilmeli ki yarın sıra kendilerine geldiğinde yanlarında hiç kimseyi bulamayacaklar. Çünkü “Sansür, her diktatörlüğün doğuştan kardeşidir.” (S.Zweig). Diktatörler bölgeseldir ve zamanları dolduğunda değişir, ancak bilim, sanat ve edebiyat evrenseldir, bütün insanlığındır ve tek kalıcı olan onlardır.

İnsanlık var olduğundan beri din, coğrafya, kültür ya da ideoloji fark etmeksizin kendinden olmayanla, kendini eleştirenle, kendinden farklı düşünüp, farklı yaşamayı tercih edenle hep mücadele etmiştir. Gerek okla, taşla, topla-tüfekle göğüs göğüse savaşarak gerekse egemen sistemin diğerlerinin hürriyetlerini ellerinden alarak mücadele etmeye çalışılmıştır.

Büyüme ve güç dengesini askeri güçle sağlamaya çalışan Spartalıların Atina’daki kültürel gelişmelerden çekinip kendi ülkesinde yasaklamasından, İskendireye’de yakılan kitaplara, yıkılan kütüphanelerden kiliselerde yasaklanan yayınlara, dönem dönem ve birbirinden farklı inançların olduğu farklı ülkelerde matbaanın yasaklanmasına kadar tarihi bir bütün olarak düşündüğümüzde insanlığın yasaklarla dolu zengin ortak bir tarihe sahip olduğunu görüyoruz.

Latince’de “yargılamak” “değerlendirmek” gibi anlamlara gelen “censere” kelimesi bugün kullandığımız sansür kelimesinin kökenini oluşturmaktadır. Eski Roma’da ahlak ve nüfus denetimi yapan “censor” adlı memurların olduğu bilinmektedir. Bugün ise sansürü en kısa şekilde tanımlamak gerekirse toplumların algılarının devlet mekanizması, egemen yönetim tarafından kontrol edilmesi anlamında değerlendirebiliriz. Türk Dil Kurumu ise sansürü: “Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükümetçe önceden denetlenmesi işi, sıkı denetim.” şeklinde tanımlar. Sansür literatürüne bakılıp nedenleri ve sonuçları birlikte değerlendirilmeye çalışıldığında Fransa imparatoru I. Napolyon’un “Eğer basının dizginlerini elimden kaçırırsam, iktidarda üç aydan fazla kalamam.” sözü aslında bütün sansür tarihini nedeni, sonuçları, süreçleri ile birlikte özetlemektedir. Toplumsal baskı mekanizmasının en değerli parçası haline getirilen sansür, insanların topluluklar halinde yaşamaya başlamasından beri egemen dini ve ideolojik sistemin diktatörlük yolundaki en büyük uğraşı olmuş ve hatta çoğu zaman diktatörlerin en vahşi, en haz aldığı fantezi boyutuna taşınmıştır. Pythagoras’a göre insan dışında hiçbir canlının doğal sınırlarla bir sorunu yokken, insan kendi varlığına zincir vurduğunu düşündüğü her şeyi kırmak eğilimindedir.1 Bütün diktatörler sanatın, edebiyatın ve kültürün değiştirici, yenileyici ve farkındalık yaratıcı gücünün ziyadesiyle farkında olmasından sebep, sansürü kendi egemenliklerinin en güçlü kılıcı olarak kullanmışlardır.

Yazının icadıyla beraber insanlığın bilgi, kültür, sanat, deneyim paylaşımı bambaşka bir boyutta hız kazanmıştır. Önce duvarlara kazınan resimlerle derdini anlatmaya çalışan insanlar yerleşik hayatın, tarımın ve ekonomik faaliyetlerin başlaması ve ilerlemesi ile tabletlere kazınan ve bugün yazı olarak adlandırılan şekillere geçiş yapmışlardır. Günümüzde ise üstün teknolojinin sayesinde sınırlar yalnızca tel örgüler arasında ve kağıt üzerinde kalmış; bilim, sanat, edebiyat ve kültürel paylaşımlar ile insanlar arası etkileşimler sınırların çok ötesine geçmiştir. Bu durum diktatör rejimlerin işini daha da zorlaştırmış ve sansür çalışmaları daha da geniş alanlara yayılmıştır. Bugün songun sistemi (ordu temelli komünist sistem) ile yönetilen Kuzey Kore’de internetten televizyona, insanların saç kesim şekillerinden yurtdışı seyahatlerine kadar her şey devletin baskısı ve kontrolü altındadır. 1979’da İslami Devrim yapıp şeriat kurallarını uygulamaya başlayan İran’da da %70’i ateist olan Kuzey Kore gibi dini, siyasi, kültürel ve sosyal alanda birbirine benzeyen birçok yasak söz konusudur.

Erasmus Deliliğe Övgü kitabında Platon’un bir kralla ilgili hikayesinden bahseder ve söz konusu kralın yazının icadı ile ilgili şöyle bir ifadesine yer verilir. “kendisine fazilet buyursun diye bahşedilen şey şimdi ona felaket getiriyor.”2 Bütün egemen güçler kalemin gücünün kendilerinden çok daha büyük olduğunun her coğrafyada ve her dönemde farkında olmuşlardır ve ilk iş olarak kalemi kontrol altında tutmaya çalışmışlardır. Bu yüzden her dönemde ve Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya ve Ortadoğu’ya kadar bütün coğrafyalarda en büyük sansürü yazarlar ve kitapları görmüştür. Bugün tüm dünyada ciddi bir okur kitlesine sahip olan Don Kişot (Miguel De Cervantes), çocuk kitaplığının olmazsa olmazlarından Alice Harikalar Diyarında (Lewiss Caroll) ve Küçük Kara Balık (Samed Bahrengi), bilim tarihinin kıymetli kahramanlarından Türlerin Kökeni (Charles Darwin) ve bize ırkçılığı bir çocuğun gözünden anlatan hem bir yetişkin hem de çocuk edebiyatına dahil edebileceğimiz Bülbülü Öldürmek (Harper Lee) bir çok ülkede bir birinden farklı sebeplerle sansür yemiş değerli eserlerdir.

Bülbülü Öldürmek romanının yazarı Harper Lee 1926’da Amerika’da doğmuş ve daha çok yakın bir tarihte 2016’da Amerika’da vefat etmiştir. Kendi deyimiyle evden günlerce çıkmadan oturup yazı yazabilen, yazmayı çok seven bir yazardır. Bülbülü Öldürmek ve Tespih Ağacının Gölgesinde adlı iki kitabı vardır ve Bülbülü Öldürmek yayınlandıktan bir yıl sonra kendisine 1961 Pulitzer Edebiyat Ödülünü kazandırmıştır. Lee kitapta kendi yaşamından parçalar sunmuştur, mesela Finch, Lee’nin annesinin soyadıdır, kendi çocukluğunu Scouth’la özdeşleştirir ve hem avukat hem de gazeteci olan babasının kitapta geçen Atticus’unkine benzer bir dava almış ancak babası bu davayı kaybetmiştir.

Nelle Harper Lee (1926-2016)

Harper Lee Bülbülü Öldürmek adlı romanında, Maycomb adlı küçük bir kasabada avukat babası Atticus, abisi Jem ve aşçıları Calpurnia ile yaşayan 7-8 yaşlarındaki Scout Finch’in adalet, özgürlük, eşitlik, hak ve ırkçılık kavramlarıyla çok yakından tanışma sürecini anlatır. Kasabada zenci bir adamın beyaz bir kadına tecavüz ettiği iddia edilir. Ancak olaylar tecavüz olayından daha çok ırkçılık boyutuna taşınmaktadır. Roman boyunca bir toplumun aile yapısını, dini ritüellerini, adalet ve hukuk anlayışını, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerini, eğitim sistemini ve özgürlük mücadelesinin bütün süreçlerine çok yalın ve net bir anlatımla yakından şahit oluyoruz.

Atticus çocuklarına vicdanlı, merhametli ve adil olmayı anlatan ve kendisi de uygun rol model olan bir babadır. Yaşadıkları küçük kasabada ciddi anlamda ırkçılık yapılmakta ve beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanan bir zencinin avukatı olması istenmektedir. Bu davayı kabul etmesi Atticus’un ve çocuklarının kasabada büyük tepkiler almasına sebep olmuştur ve 7 yaşındaki kızı Scout bu olanları anlamaya çalışmaktadır. Atticus, kızı Scout’a böylesine sıkıntılı bir davayı almasının gerekçesini şöyle ifade eder: “Tom Robinson’u savunmasaydım, bu kasabada insan içine çıkacak yüzüm olmazdı, yasama meclisinde bu ilçeyi temsil edemezdim, hatta ne sana ne de Jem’e bir daha bir şeyi yapmamanızı söyleyebilirdim.” Başka bir bölümde de aynı durumu şöyle ifade eder: “Tom Robinson davası insanın vicdanının en hassas noktasına dokunan bir şey… Scout bu adama yardım etmeye çalışmasaydım kiliseye gidip tanrıya dua edemezdim.” En nihayetinde Atticus, Robinson’un suçsuz olduğuna dair birçok veri sunmasına rağmen mahkeme jürisi Tom Robinson’u yine de suçlu bulur.

Böylesine ırkçılıkla mücadele etmeye çalışan, çocuklara dürüst ve adil olmayı, eşitlik ve özgürlükten yana olabilmeyi anlatmaya çalışan bu roman daha önce Virginia Eyaletinde, 2017 yılında da Mississippi Eyaletinde “ırkçılık ve küfür içerdiği” gerekçesiyle okulların müfredatından çıkarıldı. Bu olay dünya basınında da büyük ses getirdi. Ancak sansür gerçeğini yok edemedi.

İnsanlık tarihinde yasaklar, hep olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Çünkü Dostoyevski der ki: “Bugünün insanı pek çok bakımdan barbarlık çağı insanından daha üstün görüşlü olduğu halde, aklın, bilginin gösterdiği yoldan gitmeye bir türlü alışamamıştır.”3 Ancak unutmamak gerekir ki “Korkunun baskısını hisseden hiçbir büyük güç uzun ömürlü olamaz.”4

 

Kaynaklar:

“Sansür” NerdenGeliyo?


http://www.mfa.gov.tr/kuzey-kore-siyasi-gorunumu.tr.mfa
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=SANS%C3%9CR
https://t24.com.tr/k24/yazi/kitap-kulubunden-oteki-kitaya-harper-lee,645
1.(Erasmus, Deliliğe Övgü, s.46)
2. (Erasmus, Deliliğe Övgü, s.43)
3. (Dostoyevski, yeraltından notlar, s.26)
4. (Yükümlülükler üzerine, s.80)

 

Bir Garip İroni, Irkçılıkla Suçlanan Kitap: Bülbülü Öldürmek, Cemre ÖZCAN
sin16, 2019.