Mitolojiyi çocuklukta dinlediğimiz masallarla eş tutabilir, mitolojik kahramanları masal alemine, hikâyeleriyse düşsel bir zemine ait sayabiliriz. Öyledir de bir bakıma, ama bundan çok daha ötesidir aynı zamanda. Hayal gücünün gerçekliğe, sezginin akla, sözün yazıya yaslandığı o temas noktasındadır mitoloji. Düşsel ve masalsı olanın gerçeklik sınırındaki imtihanıdır. Tanrılar ve Tanrıçalar, göksel saraylarından ellerini uzatıp da insanlığa dokunarak büyük bir bilgelik armağan ederler aslında. Mitler, gerçeğin üstündeki giz örtüsünü açan hikâyelerdir.
Mitler bize ne anlatır? Doğaüstü hikâyelerin dillendirildiği, gerçekle bağlantısı olmayan, sadece ilkel toplumların korkularına karşı uydurdukları akıl ve bilgiden uzak masallar mıdır onlar? Nedir mitoloji ve gerçekle ilintisi? Felsefenin başlangıcı mitostan logosa geçişle simgelenmektedir. Yunanca mithos (söylenen ya da duyulan söz) ve logos (konuşma, akılla kavrama) sözcüklerinin birleşiminden oluşur. Mitos ve logos arasındaki çizginin çizilmesi zordur. Medeniyetin gelişimi sembolik söylemden rasyonel olana geçiştir denebilir, yani konuşma ve düşüncedeki dönüşümü simgeler. Platon, akılsallığı felsefenin merkezine koyan filozof olarak kabul edilmektedir. Bu da bizi Homeros’un ve Hesiodos’un mitosundan Herakleitos ve Platon’un logosuna yöneltir.
Burada bir parantez açarak her değerin ait olduğu zamana ve mekâna bağlı olarak değerlendirilmesinin önemini vurgulamak gerekir. Zira mitler, sözlü kültüre ait anlatılardır. Yazının henüz bulunmadığı ya da halkın çoğu tarafından bilinmediği bir dünyayı ve zamanı düşünmezsek sözlü anlatının özelliklerini algılayamayız. Yazıyla kayıt altına alınma imkânı olmadığı için hatırlanması ve doğrulanması zordur kadim bilginin. Bu nedenle hem başka kişilere hem de geleceğe aktarılırken hafızada yer edebilecek bir şekle dönüşmesi gerekir. Teknik ve didaktik anlatılar zihinde canlanamaz ve bu nedenle akılda kalıcı yer tutamazlar. Ses uyumu içeren, döngüsel anlatıma ve tekrarlara sahip, içinde canlıların ve olayların yer aldığı, ilgi çekici, hayret ve merak uyandırıcı anlatılar hatırlanır sadece. Bu nedenle sözlü kültürde aktarılan gerçek bilgi, öyküsel ya da şiirsel bir anlatıma dönüşür. Kahramanların ya da insana dair özelliklere sahip Tanrıların yaşam kesitleri içinde hayat bulur. Semboller ve alegorilerle akılda kalıcı bir yapıya büründürülür. Yani bu anlatıların içlerinde gerçek bilgiden uzak, metafizik bakış taşıyan kısımlar ve gerçek bilgiye ait semboller yan yana bulunur. Önemli olan eleştirel akılla bu kısımları algılamak ve doğru yorumlamaktır.
Mitoloji deyince ilk aklımıza gelen Antik Yunan anlatılarıdır genellikle. Mitosun logostan ayrılması, felsefenin evrimi bu kültüre ait olsa da yerkürede onlarca farklı mitolojik anlatıdan söz edilebilir aslında. Hepsini bir yazının içine saklamak mümkün değil elbette. O zaman biz de mitolojik kutunun içine usulca bakabilir, o kutudakiler yerküreye saçıldığında geriye ne kaldığına odaklanabiliriz belki de. Mitolojinin kutusundan Pandora’yı seçip bir prototip olarak ele alabiliriz böylece. Yerküreye kötülükleri saçan Pandora’nın Kutusu’nu…
PANDORA’NIN KUTUSU
Ne anlatır Pandora miti bizlere? Anlatının satır aralarına girip biraz daha derine indiğimizde; kötülüklerin dünyaya yayılmasına neden olan meraklı kadın figürü olarak Pandora’yla, Tanrılara baş kaldıran ve ateşi çalarak insana veren Prometeus’la ve tüm kötülükler dünyaya saçılınca kutuda kalan umutla karşılaşırız. M.Ö. 8. yüzyılda bugünkü Aliağa yakınlarında yaşamış olan Hesiodos, Yunan antik çağının Homeros’tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilebilir. “Günler ve İşler” adlı eserinde kaleme aldığı Pandora Miti, Adem ile Havva efsanesinin Yunan Mitosunda yer alan şeklidir. Yaklaşık altı bin yıl önce anaerkil eşitlikçi düzenden ataerkil sınıfsal düzene geçişle birlikte kutsal kabul edilen “ana tanrıça” kültü, yerini günahın sorumlusu kadın imajına bırakmıştır. Yahudi inancına göre ikinci bir yaratılış miti daha vardır. Buna göre ilk yaratılan kadın Havva değil Lilith’dir. Ancak O, Adem ile aynı zamanda ve eşit yaratıldığını öne sürerek boyun eğmeyi reddeder ve cennetten kovulur. Lilith’i, ilk feminist kadın figürü olarak da düşünebiliriz. Pandora ise insanların başına bela olarak yaratılan kadındır.
Evet, Pandora insanlara ceza olarak Zeus’un yeryüzüne yolladığı kadındır. Ama bir titan yani yarı tanrı olan Prometheus zeki ve güçlüdür, akıldan yana üstündür. Ateşi çalıp bir nartex sopası içine saklayarak insanlara getirir. Zeus aldatılmış ve insanların gözünde küçük düşürülmüştür. Prometheus tanrıların kurduğu düzene karşı gelmiştir. Ateşi vererek onlara uygarlığı yaratma gücünü ve aydınlığın, ışığın gücünü vermiştir. Tanrıların egemenliğindeki akıl ve ateş artık insanlara geçmiştir. Başlangıçtan beri insanlardan yana olan Prometheus Olymposlu Tanrıların yerine insanların egemenliğini getirmeyi amaçlamıştır. Prometheus kimliği altında anlatılan bu mitin, özgürlüğü ve eşitliği amaçlayan ilk demokrasi denemesi olduğu da söylenebilir belki de.
Ateşin bulunuşu uygarlığın başlangıcı olarak kabul edilir. Ateş aynı zamanda karanlığı yok eden ışıktır. İnsana armağan edilen binalar inşa etmenin bilgisinden, yıldızların konumunu anlamaya, sayılarla hesap yapmaya ya da harflerle yazı yazmaya kadar her şeyin bilgisini kuşatan bir bilgidir. Antik Yunan düşüncesi için bu bilgi “tekne”dir. Zeus’un cezası çok ağır olur, Prometheus’u Kafkas Dağının tepesinde zincire vurdurur ve tanrılarca görevlendirilen bir kartal her gece yeniden oluşan karaciğerinden bir parça koparır. Koparılan parça kendini yeniler ve ertesi gün bir parça daha… Düzene, muktedire karşı çıkana verilen sonu gelmez ceza! Tanrılarla Prometheus’un kavgası aslında bir kölelik-özgürlük kavgasıdır. Prometheus “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yok” der, böylelikle de insanlığa özgürlük yolunu göstermiş olur. Bu da umuda atılan ilk adımdır belki de.
Pandora, Zeus’un kendisine evlilik hediyesi olarak verdiği ve açmamasını tembihlediği kutuyu açar. Kutunun içinde yer alan pişmanlık, öfke, kibir, keder, ısdırap, yalan, riya ve hastalıklar dünyaya yayılır. Pandora son anda kutuyu kapatır ve içeride bir tek umut kalır.
Nedir geriye kalan umut? Tanrılar tanrısı Zeus insanlardan öç almak için kutuya kötülükleri koyduğuna göre, aynı kutuda yer alan umut, iyi midir yoksa kötü mü?
Umut felsefesi teist, idealist ya da materyalist pek çok düşünür tarafından ele alınmış, birçok filozof kavrama kendi bakış açılarıyla farklı anlamlar yüklemiştir. Gabriel Marcel, Soren Kierkegaard, Schopenhauer ve Immanuel Kant gibi pek çok filozof sayılabilir. Nietzsche ve Ernst Bloch’un umut kavramına bakışlarının -her ne kadar birbirinden farklı olsa da- konu üzerinde düşünmeyi ve sorgulamayı en çok tetikleyenler olduğunu düşünüyorum.
Nietzsche birçok kavrama eleştirel ve farklı yaklaşımlar getirmiştir ki bunlardan biri de umut üzerine olandır. Ona göre umut en büyük kötülüklerin başında gelir çünkü insanı boş bir beklenti içine sokarak çekilen eziyeti uzatır. “Pandora kötülük dolu kabı getirip açtı. Tanrıların insanlara bir hediyesiydi bu kap; dıştan bakıldığında güzel, baştan çıkarıcı bir hediyeydi ve ‘mutluluk kabı’ denmişti ona. Sonra kap açıldı ve tüm kötülükler uçtular dışarıya. O gün bu gündür uçuşup dururlar ortalıkta ve gece gündüz zarar verirler insanlara. Ama tek bir kötülük çıkmamıştı kaptan dışarıya; “umut”. O sırada Pandora, Zeus’un isteğiyle kapatınca kapağı, kalmıştı o kötülük kabın içinde. Şimdi mutluluk kabını her zaman evinde tutar insan ve bir hazinenin bulunduğunu zanneder bu kabın içinde; onun emrindedir hazine, uzatır elini canı istedikçe. Çünkü bilemez Pandora’nın getirdiği kabın kötülük kabı olduğunu ve geride kalan kötülüğün mutluluk veren en büyük şey olduğunu zanneder. Zeus öteki kötülüklerden de fazlasıyla eziyet çeken insanın yaşamı kestirip atmamasını, hep yeni eziyetler çekmeye devam etmesini istemişti. Bunun için insanlara umudu verdi. Aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır.”
“Umudu nasıl tanımlayabiliriz?” sorununa geri dönersek eğer, umut, gelecekte iyi şeylerin olacağına inanmak, yeterince beklersek yaşamın kendiliğinden iyi şeyler getireceğini düşünmek midir? Etkin bir eylem midir yoksa edilgen bir bekleyiş mi? Bir duygu mudur, bir düşünce mi?
Umut sadece bir kabulleniş, eylemsizlik ise, “Umutla bekle, sorgulama, değiştirmeye çalışma” diyerek özgür düşünen bireyin bastırılma aracı haline gelirse kutudaki kötülük olarak ele alınabilir mi? Bu durumda, eleştirel aklın, kul değil insan ve birey olmanın engeli kabul edilebilir mi?
Zeus’un uyarısı ile Pandora’nın aniden kapağını kapattığı kutuda kalan umut, gelecek güzel günlerin anahtarı, bir ütopya habercisi olarak görülebilir mi?
Umut, hür irademizle belirlediğimiz hedefler adına yürüyeceğimiz yolu aydınlatan ışık yani Promet- heus’un insanlara verdiği ateş olabilir mi?
“Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.” dediği gibi büyük usta Nazım Hikmet’in.
PANDORA EFSANESİ
Zeus kızınca Prometheus’a,
Kendini aldatan o sivri akıllıya,
Zeus gizledi besini insandan,
Ama İapetos’un güçlü oğlu Prometheus
Çaldı Zeus’un ateşini insanlar için,
Sakladı onu nartex kamışının içinde.
Kızdı bulut devşiren Zeus, dedi ki ona:
Seviniyorsun ateşi çaldın, beni aldattın diye,
Ama bil ki dert açtın kendi başına da;
Aldığın ateşe karşılık bir bela
Öyle bir bela salacağım ki insanlara,
Sevmeye okşamaya doyamayacaklar bu belayı”.
Namlı şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen:
“bir parça toprak al, suyla karıştır dedi,
İçine insan sesi koy, insan gücü koy,
Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin,
Koca Hephaistos, topal tanrı hemen
bir kız biçimine soktu toprağı,
Gök gözlü Athena süslü kuşağını salıverdi beline,
Hermeias doldurdu göğsüne yalanı dolanı,
Uzaktan gürleyen Zeus’un oluyordu isteği,
Ses koydu içine Pandora adını taktı.
Pandora demek tanrıların armağanı demekti,
Çünkü bütün Olimposlular bütün insanların başına bela etmişti onu.
Epimetheus’a gönderdi Pandora’yı
Epimetheus unuttu Prometheus’un dediğini:
Zeus’tan armağan alma, alırsan ölümlüleri derde sokarsın.
Eskiden insanoğulları bu dünyada
Dertlerden kaygılardan uzak yaşarlardı,
Bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını,
Dağıttı insanlara acıları dertleri.
Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık
Kapağı açılan dert kutusundan.
Umut tam çıkacakken Pandora kapatmıştı kapağı,
Böyle istemişti bulutlar devşiren Zeus.
O gün bugündür insanların başı dertte,
Belalar başıboş dolaşır sessizce ölümlülerin çevresinde…
Pandora’nin Kutusu Üzerine: Ütopya Ve Umut,Pınar K. ÜRETMEN
#sin10, 2018.