Bir Ölüm İlanı Olarak Sanat Ve Gösteri – Doğuş Furat

 

GİRİŞ

Çağdaş Sanat Bir Komplo Mu adlı çalışmamızda sanatın ortaya çıkışından günümüze kadarki serüvenini ele alıp sanatın bugünü ile dünü arasındaki kopuşun nedenlerini irdelemeye çalışacağız. Bugün biyanellerde, sergi ve tiyatro salonlarında yahut çağdaş sanat ödüllerinde karşımıza konan sanatın aslında bir komplodan ibaret olduğunu; neoliberal büyünün gözlerimizi nasıl kör ettiğini, cenazesi orta yerde duran bir şeyi gömmekten neden imtina ettiğimizi açıklamaya çalışacağız.

Tabutta yatan bir ölüye dönüşen sanatın katili kimler, neden ölüsü dirisinden daha çok işine yarıyor bütün dünyanın, yoksa sanatı bir yere tıktılar da bugün estetik zevkimize hitap eden şey aslında bir simülasyon mu ya da sanatı gösteriye kurban verip çağdaş Electra’mızla aramızda Kutsal bir Aile bağımız olduğundan mı ona bir türlü kıyamıyoruz? Çalışmamızda tüm bu soruların cevabını vermeye çalışacağız. Bu noktada özellikle Hegel, Marx, Foucault, Debord ve Baudrillard’dan çalışmamızda yararlanırken sanatın geldiği nokta hakkındaki  görüşlerimizi tespite girişeceğiz.

Çalışmamızın ana ekseninde Foucault’un Kelimeler ve Şeyler adlı eserinden hareketle sanatın 17. yüzyıldan sonraki değişimini irdeleyeceğiz. Baudrilliard’ın ise Sanat Komplosu adlı, yayınlandığında ciddi yankılar uyandıran eserinde dikkat çeken hususları aktarıp komplonun bugün hangi boyutlarda olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.

Makalemizin bir diğer hareket noktası Çağdaş Marksizmin sanat konusundaki egemenlik baskısının kaynaklarında çelişkiyi ve neoliberal dünyada neden bir türlü sanatın iplerini bırakmak istemediğini çeşitli tezlerle destekleyip anlatmaya çalışacağız. Bu noktada Hegel’de Sanatın Ölümü konusundaki, fikirlerden de faydalanacağız.

Guy Debord’un Gösteri Toplumu eserini ise çalışmamızdaki savın ana eksenini vermek açısından önemli bir kaynak olarak görmekteyiz. Böylelikle çalışmamızın amacını da ortaya koymaya gayret edeceğiz. Nitekim bu çalışmamızdaki amacımız  sanatın mülkiyet ile olan ilişkisinin sınıflar tarihinde bugün geldiği noktanın bir bumerang olduğunu ortaya koyup yıllardır “gömülmeyi bekleyen ölüyü” teşhis etmektir.

Makalemizdeki tartışmacı üslup okuyucu açısından çok kıymetli bazı ipuçları içermektedir. Çünkü bu tercihimizin altında açıkça söylemek gerekirse herkesi karşımıza almak gibi bir niyetimiz söz konusudur ve okuyucu bu herkesin içine dahildir. Çünkü o da komplonun içindedir bu komployu tüketerek seyrederek överek hayatın tüm alanlarına zerk edilen bu inanılmaz örgütlü ağın bir parçası olmuşlardır.

Çalışmamızın ana hatlarını gerek kaynaklarımız gerek üslup yönünden anlattıktan sonra belirtmek isteriz ki dünya tarihi iddialı çıkışların tarihidir. Ciddiye alınmamak gibi bir şansızlığı olsa dahi ilk bakışta tüm bu iddialı çıkışlar tarihin diyalektik yasalarıyla uygun düştüğü müddetçe egemen olan kurulu tüm anlayışlara galebe çalmışlardır.

SANAT NEDİR?

Neyin nesidir şu sanat; insanlık için onca önemli, hatta zorunlu görülen; uğruna onca özverilerde bulunulan, onca emeğe, onca insan yaşamına, onca servete mal olan şey?[1] Tolstoy bu soruyu sorduğunda 19. yüzyıl sona eriyor 20. yüzyıl ise henüz tüm hünerlerini göstermeden başlıyordu. Fakat soruyu sormasındaki alaycılığı ne kadar da ilgi çekici gözükmektedir. Tolstoy belki de Sanat’ın sermaye ile olan ilişkisini henüz evlilik gerçekleşmeden sezecek ve bu ikisinden peydahlanacak sentezin ne denli bir rezalet olacağını ilk anlayanlardan biri olacaktı.

Sanat insanlık tarihinin subjektif anlamda en ilkel emeğinin bir ürünüdür. Dolayısıyla sanatı başlangıçta zanaattan ayırmak imkânsızdır. Nehrin karşısına geçmek için kimseden ilham almadan ilk tekneyi yapan insanın türdeşleri olarak bugün bu minvalde yaptıklarımız doğrusu bir zanaatken ilk kertede bu türdeşimizin hamlesi bir sanattı. Yani sanat yaratımın kullanıma açılmamış ilk hâlidir. Doğru bir değişle başkasıyla takası mümkün olmayan bir şeydir. O hâlde Tolstoy’un neyin nesidir dediği şu sanatı doğru analiz etmek gerekir.

Sorunun kendisinde cevabı barındıran nitelikleri göz ardı etmeden sanatı bir kez daha tanımlamakta fayda var. Marks’ın estetik perspektifinden sanat, ideoloji ile bilim arasındadır.[2] Burada irdelememiz gereken iki önemli sorunu bu tanım üzerinden hareketle bir mahkemeye tabi tutmalıyız. İdeoloji 20. yüzyıldan sonra nasıl da silikleşti yahut bilim niçin kapitalizmin zorunlu hegemonyası altında soruları kesinlikle cevaplarımızı can alıcı bir noktaya taşımaktadır.

Şayet sanat ideoloji ile bilim arasında bir yerde ise bugünden bakıldığında bu iki kavramın neoliberalizm tarafından aşındırılmış olduğunu söylememiz şaşırtıcı olmaz. Dolayısıyla şunu söylemekten kaçınmamalıyız boşanmalarda olan çocuklara olur. Sanat artık sahipsizdir. Yersiz ve yurtsuzdur. Kökleri kopartılmış ve ona sermeyenin suyunu “Eleştiri” olarak enjekte etmişlerdir. Öyleyse artık sanat, sanat olmanın dışında bir şeydir.

Sanat ve kültür, postmodernizmle birlikte toplumsal, siyasi ve ekonomik süreçlerin merkezine taşındı ve çalışmanın, üretimin, tüketimin, öznelliğin ayrılmaz parçası hâline geldi. Neoliberalizm koşulları altındaysa, özelde sanat, genelde kültür ve yaratıcılık, üretimde ve tüketimde egemen bir rol oynamanın dışında, dengeleme ve iyileştirme araçları olarak etkin biçimde kullanılıyor. Neoliberalizmle birlikte sanata verilen devlet desteği azalırken, özerk sanatın tam tersi olan “faydalı sanat”a ağırlık veren şirket sponsorluğu hâkimiyet kazandı.[3] Irmgard Emmelhainz’ın 29 Ekim 2013’te Kopenhag’da yaptığı “Neoliberalism and the Autonomy of Art” adlı konuşmasındaki bu pasaj aslında sanatın kapitalizmle olan ikinci baharının finans üzerine temellendiğini gözler önüne sermektedir:

Sanat artık hiçbir başarıyı tek başına göğüsleyemez. O tasmasını düzenin eline çoktan kendi isteği ile vermiştir. Çağdaş Marksizmin sanatı kurtarma girişimi artık beyhudedir. Çünkü sanat öldü öyleyse kim bu ölü seviciler, neden hâlâ sanatta ısrar ediyorlar.

ÇAĞDAŞ MARKSİZMİN SANAT YANILGISI

Çağdaş Marksizm sanatın hâlâ toplumsal hareketlerde direngen olabileceği başkaldırının bir kullanım nesnesi olabileceğine inancını yitirmiş değil. Şeytanın avukatı olmakta hiçbir beis yoktur gerçek apaçık karşımızda durmaktadır. Neoliberalizm, Marksizme sanatta ayrıcalıklı bir konum vaat etmiştir ve sağ olsun Marksist sanat kuramcıları buna daima sadık kalmıştır.

Marksizm için sanat, toplumun “üstyapı”sının bir parçasıdır. Sanat (daha sonra tartışacağımız nitelikleriyle birlikte) bir toplumun ideolojisinin parçasıdır; bir toplumsal sınıfın öteki gruplar üzerinde güç uyguladığı durumu, ya toplumun çoğu üyesi tarafından “doğal” olarak görülen ya da tamamen görme alanı dışına çıkarmayı garanti altına alan toplumsal algının karmaşık yapısındaki bir ögedir.[4] Eagleton, sanatın Marksizm için ne olduğunun gayet bilincindeyken vazgeçemediği şey özünde ideolojik bir yanılsama gibi dursa da tavrının kökeninde piyasadaki “değer” kavramı yatmaktadır. Çünkü reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte Marksizmin iktidar kalabildiği tek kale Çağdaş eleştirinin surları ile örülmüş harcında neoliberal piyasa ilişkilerinden başka hamuru olmayan sözde korunaklı bu yapıda bayrağı indirmek istememektedir. Oysa savaş çoktan bitmiştir sanat çoktan ele geçirilmiştir.

Terry Eagleton’ın tanımında üzerinde durmamız gereken ciddi bir noktada üstyapı meselesidir. Eğer sanat üstyapıya ait bir gösterge ise altyapının onda yarattığı diyalektik dönüşümü neden es geçiyoruz? Soruyu sormak bazen cevap vermekten anlamlı olabiliyor. Çünkü konuşursak 21. yüzyılda Marksizmin tek övünç kaynağı olan sanatın bir nekrofili nesnesi hâline geldiğini söylememiz içten bile değildir.

Bir yazar” der Marx, Theories of Surplus Value isimli kitabında, “düşünce ürettiğinden değil, yayımcıyı zenginleştirdiğinden, belli bir ücret için çalıştığından dolayı işçidir.” Faydalı bir hatırlatma. Engels’in işaret ettiği üzere, sanat belki de ekonomik altyapıyla ilişkisi içerisinde toplumsal ürünler arasında en yüksek “dolayımlama”ya gireni olabilir, ancak bir başka anlamda da aynı ekonomik altyapının bir parçasıdır; bir tür ekonomi pratiği, pek çok meta üretim biçimi arasında yalnızca bir türü.[5] Eagleton kendi kafa karışıklığını okuyucuya dolaylı olarak söylemekte adeta usta bir illüzyonist gibidir. Az evvel üstyapı olarak tanımladığı şeyi Engels’e atıfla şimdi de altyapının bir parçası olarak görmektedir. İşte bu çelişki can alıcı noktadır. Çünkü çelişki kastın azmettiricisi olarak karşımıza dikilmektedir.

Çağdaş Marksizmin sanat konusundaki ikilemi bir teorik tartışmadan çok içeriğinde kapatılamaz bir boşluğu yahut Dante’nin arafını barındırmaktadır. Şayet sanata üstyapı dersek onun hakkında her şeyi konuşabiliriz çünkü üstyapıyı belirleyen altyapıdır. Eğer altyapı ise o hâlde kavga başlamış demektir.

Bu noktada üretken emek kavramını incelemek gerekir. Üretken emeğin sermayeyle doğrudan değişilen emek olarak tanımlaması Adam Smith’in en büyük başarılarından biridir.[6] Tam da bu nokta Çağdaş Marksizmin gizde kalmasını işaret ettiği yeri gösterir. Yani sanat nereye kadar bir estetik kaygı nereden sonra maddi bir kaygı güder? Soru anlamlıdır çünkü sorunun cevabı bugün sanatın (ki ölü olan sanatın) altyapıya mı yoksa üstyapıya mı ait olduğunu ele verirken Eagleton gibi Marksistlerin neden üstyapıda ısrar ettiklerini de açığa vurur. Çünkü iktidar oradadır. Yoksa eleştirmenlik varken kimse vardiyalı bir ustabaşı olmak istemez.

Tabii bu noktada Çağdaş Marksizme yönelttiğimiz eleştirilere bir çıkış noktası arayacak olursak Hegel’i konuşturmakta fayda var. Hegel’de Sanatın Ölümü hakkında bazı yorumlardan özellikle çalışmamızın bu noktasında faydalanabiliriz. Estetik beraberinde zorunlu olarak getirdiği maddesel, bireysel, duyumsal boyuttan ötürü, kaçınılmaz olarak kavram öncesi, yani akıl öncesi ve dil öncesi bir şeydir.[7] Bu durumda sanatta estetiğe yaklaştıkça maddi bir üstyapıdan bahsetmek ciddi bir sorun teşkil eder.

Hegel için ise tersine, sanat yapıtının kusuru ,üretenin etkinliği ile bir seyirci olarak ben’in etkinliği arasında bir “ekran” rolü oynaması, yapımında kullanılan emeğin gizlenmesidir.[8] Tam da bu yorum aslında Marksizimin çağdaş anlamda sanata bakışındaki kafa karışıklığını ele verir niteliktedir.Emeğin gizlenmesi sanayi sonrası Neoliberal çağda emeğin pazarlanması sürecine dönmüştür. Bu pazarlanma beraberinde yabancılaşmanın artık yapıt boyutunu aşıp estetik istencin ulaşmak istediği sanatın kendisine yöneldiğini görebiliriz. Her şey sanatın konusu olabilir, çünkü her şey pazarlanabilir. Bu durumda sanat ediminin başlangıcındaki istenç kirletilmiştir. Sonunda sanat kendini öldürmüştür. Çağdaş Marksizm tam da bu nedenle sanatı altyapı olarak görmeyi bir tür hasıraltı etme işlevini gerçekleştirir. Çünkü bu noktada altyapı ona Neoliberal düzende istediği avantajlı konumu veremez. Kendi karşıtlığını aleni bir şekilde meydana çıkarır.

GÖSTERİ VE SANAT DEBORD’DAN MARKSİZME SON DERS

Gösteri günümüzde üretilen nesnelerin kaçınılmaz süsü sistemin rasyonelliğinin genel açıklaması olarak ve sayıları giderek artan imaj-nesneleri doğrudan doğruya biçimlendiren ileri bir iktisadi sektör olarak güncel toplumun esas üretimidir.[9] O hâlde sanatın bundan nasibini almadığını düşünmek en iyimser ifade ile safdillik olurdu. Debord, sanatın ve kültürün dünya çapındaki bürokratikleşmesini teşhir eder.[10] Bu teşhir aslında şu an dahi güncelliğini korumaktadır. Gösteri egemendir üstelik sadece kapitalizmin hakimiyet alanlarında değil direnişin tüm odaklarında da egemendir.

Sanatın gösteri ile olan ilişkisi diyalektik olarak öznenin emeğe yabancılaşmasının en katı hâlini barındırdığını söylememiz gerekiyor. Günümüzde sanatın bir pazarlama aracı olduğunu da düşünürsek içeriğin yozlaşmasını yabancılaşmanın ötesine geçip bir çürüme olduğu hakikati ile karşıya karşıya kalmaktayız.

Kültürel tarihin sonu iki karşıt yönde kendini gösterir kültürün bütünlüklü tarih içerisinde aşılma tasarısı ve gösteri seyrinde ölü bir nesne olarak korunmasının örgütlenmesi.[11] Tam da bu nokta maktule birden fazla hançer darbesinin indirildiğini anlayacağımız cinayete dair bir ipucu taşımaktadır. Bir yanda neoliberal ekonomi politiğin dayattığı estetik pazarlama diğer yanda sanatın haysiyetini korumaya yeminli çağdaş Marksizm.

Dadaizm ve sürrealizm modern sanatın sonunu belirleyen iki çağdaş akımdır. Sadece göreceli bir bilinçlikle de olsa bu akımlar proleter devrimci hareketin son büyük atılımı ile çağdaştırlar ve bu hareketin başarısızlığa uğraması onları geçersizliğini ilan ettikleri aynı sanatsal alana hapsetmiş ve devinimsizliklerinin temel nedeni olmuştur.[12] Aslına bakacak olursak Debord’un buradaki değerlendirmesi nedenden çok sonuç odaklı bir değerlendirmedir. Reel sosyalizmin sanat alanındaki iktidar mücadelesinin anlamsızlığının kısa bir özetidir. Çünkü daha 1922’de Troçki şöyle diyordu; “Proleter rejimi bir geçiş dönemi olacağından proleter kültür ve sanatı da hiçbir zaman varolmayacaktır.[13] O hâlde denilebilir ki Çağdaş Marksizm sanattan imkânsızı istemiştir ve bu karşılıksız aşkla birlikte sanatı ölümüne sürüklemiştir.

Tarihin ve hafızanın felce uğramasının, tarihsel zaman temeli üzerinde kurulu olan tarihin terk edilmesinin mevcut toplumsal örgütlenmesi olan gösteri, zamanın yanlış bilinci’dir.[14] Tam da bu noktada yanlış bilinç zamanının efendiliğine soyunurken sanat bir anlamda en konforlu alanlardan biri oluveriyor. Çünkü gösteri için meta ve değer iç içe geçmişken bu yolda sanattan daha iyi yoldaş bulabilinir miydi? Küresel tekelleşme gözlerimizin önünde cereyan ederken Mülksüzleri Anarşist bir manifesto gibi bağrına basanlar Le Guin’e sahip olduklarını soramıyor çünkü o sanatçı, büyük savaş görmemiş nesiller mikro savaşları izlediği televizyon izlenimlerinden yola çıkararak roman yazan eski tüfek bir solcuya romanlarını televizyon gündemleri mi ısmarlıyor diye de soramıyorlar çünkü o da sanatçı. Bütün günahların kurtarıcısı sanat ve onun kutsadığı havarileri sanatçılar gösterinin tam da ortasında ne kadar da masumlar değil mi?

ÇAĞDAŞ SANAT YAHUT MAĞLUPLARIN KESKİN BIÇAKLAR GECESİ

Günümüz sanat dünyasının bir bölümü sanki insanları imge ve düş gücünün ölmüş olduklarına, ölmüş estetiğin yasının tutulması gerektiğine inandırmaya çalışmakta, ancak çoğu zaman bu işi başaramadıklarından sanatçılar arasında giderek yaygınlaşan melankolik bir depresyona yol açmaktadırlar.[15] Baudrilliard’a katılmamak elde değil çünkü bir ölüyle yaşamak elbette çok zor olsa gerektir. Sanatçılar bugün sanat için bir şey vaat edecek durumda değillerse yas tutmak yerine cenaze merasimini uzattıklarından kaynaklanmaktadır.

Çağdaş sanat bir tür oyun ya da kitsch’leştirme yöntemiyle tüm biçimler, eski ya da çok eski hatta çağdaş sanat eserlerine yapılan atıflar, simülasyon ve başkalarının yaptıklarını kendi hesabına geçiren çalışmalardan ibaret bir şeye dönüşmüştür. Russell Connor bunu “Modern sanatın yaptığı hırsızlık” olarak nitelendirmektedir. Hiç kuşkusuz daha önce yapılmış olan şeylerin yeniden üretilen ve gözden geçirilip yeniden işlenen örneklerinde alaycı bir tavır sergilenmeye çalışılmakta ancak suyu çıkarılan bu alaycılığın insanı düş kırıklığına uğrattığı yani bunun modası geçmiş bir alaycılığa benzediği görülmektedir.[16] Sanatın bu durumu bizlere ne kadar da benzemektedir. Tüketim toplumunun tüm rollerini piyasanın perdelerini açmaksızın birbirimizden çalarak yaşıyorsak bu çağda sanattan da farklı bir şey bekleyemeyiz. Çünkü sanat özneden bağımsız öncesiz bir tasarım değildir. Fakat şu ayrımı yapmak zorundayız bugün neoliberal politikaların elinde can çekişen sınıflar elbette ki çağdaş sanatçılardan çok daha masumdur. Bizler bu hırsızlıkları tüketmeğe koşut kılarken çağdaş sanatçılar bunun üretim olduğunu iddia edip piyasa aracılığıyla semizlenmektedirler.

Sanat, hiçbir zaman dünyanın olumlu ya da olumsuz görünümlerinin mekanik yansıması olmamış, o daha çok dünyanın özelliklerini abartarak yansıtan bir illüzyon, bir ayna olmuştur.[17] O hâlde bugün bir sanattan bahsedeceksek ancak onun tükenişinden bahsetmeliyiz. Son yüzyılla birlikte günümüzde anlatılacak herhangi bir insani öykü durum yahut bir başkaldırı kalmamıştır. Debord’un sürrealizm –sanat ve proleter mücadelenin zamansal olarak birlikteliği sanatın sonun gelmesinde neolibrealizmin yanında daha da hızlanmıştır. Çünkü devrimci teorinin en büyük düşmanı devrimci teoridir.[18] Keza sanatın matbaanın icadından sonra bir yaratıcılık çabası olmaktan çok bir üretim aracı oluverdiğini kabul edersek sanatın 18. yüzyıldan itibaren ağır kan kaybının başladığını söyleyebiliriz. Foucault; Don Quichotte için “Bütün varlığı dil, metin, basılı kâğıt, daha önceden yazılmış öyküden başka bir şey değildir.”[19] derken kastettiği şey aslında Çağdaş Sanatın, Sanayi Devrimi, makineleşme, Pazar ve finans bağlamında artık bir yaratıcılık gösterebilmesinin imkânsız oluşudur.

ART IS DEAD YAHUT GEÇ KALMIŞ BİR CENAZE MERASİMİ

Sanat öldü. Bugün sanat diye ortaya atılan şey ancak bir yanılsama yahut illüzyondan başka bir şey değildir. Belki de gerçekten bir simülasyon sanatının bulunduğunu ve sunduğu her örnekte önce gösterip ardından yok ettiği dünyaya ait görüntülerle alay ettiğini kabul etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde sanatın, bugün olduğu gibi, kendi cesediyle oynamaktan başka bir şey yapamayacağı söylenebilir.[20] Öyleyse bugün okuyuculara sanat severlere sanat diye pazarlanan şey küresel bir yalandan öteye geçemez. Çünkü estetik dediğimiz şey artık bir amaç diye araç hâline gelmiştir. Finans kapitalin tüm unsurları tarafından ele geçirilmiş ve ölüsü üzerinde ısrarla tepinilmektedir. Sanki bir yas töreninde herkes merhumu diğerlerinden daha çok sevdiğini ispatlamak arzusundadır.

İllüzyonun bir tarihi yoktur, oysa estetiğin bir tarihi vardır. Bir tarihe sahip olan estetiğinse sonsuza dek yaşayamayacağı söylenebilir.[21] Tarihi olmayan bir illüzyon vahşi kapitalizmin tüm kültürlere dayattığı tüketim dini ve onun biricik mezhebi olan gösteridir. Sanat ise tüm insanlığın bu vahşi tanrılar sunduğu ilk kurbandır. Tekrar tekrar söyleyebiliriz ki sanat öldü.

Çağdaş sanatın iki yüzlülüğü özetle: Zaten beş para etmez bir şeyken beş para etmeyen, anlamsız, saçma sapan bir şey olmayı kendine bir hak olarak görmek; beş para etmez bir şey olmaya çalışmak ve yüzeysel terimler kullanarak yüzeysel bir şey olduğunu iddia etmekten ibarettir.[22] Kısacası iki büyük dünya savaşı sonrası sanatın hiçlik iddiası mevcut düzene bir başkaldırı değil aksine onun yangınına odun taşımaktan ibarettir. Çünkü gerek resim gerek edebiyat gerek de heykel ve sinema gibi sanatlar olsun en özgün anlamıyla bir sihirbaz yamağı edasıyla çalışmaktadırlar. Neoliberalizmin onuruyla oynadığı her gün biraz kendisine yabancılaştırıp yaşama sırtını çevirmesini salık veren kahince pozları bugün başkaldırısız bir şekilde kabul edebiliyorsak 20. yüzyıl sonrası çağdaş sanatın bundaki payı çok büyüktür. Çünkü çağdaş sanat zaten var olamayışının yanında anlamı öldürmekle övünmektedir.

Eğer bu düzen varlığını sürdürecekse bu daha ne kadar sürecektir? Yüz yıl mı, iki yüz yıl mı? Uzun bir süreden bu yana çalacak ya da alıp satacak bir sır bulamamalarına karşın herkesin gerekliliğine inandığı ve ağzından düşürmediği şu sayıları günden güne artan gizli servis kahramanları gibi, sanata da, varlığını sonsuza dek sürdürmesini sağlayacak ikinci bir şans tanınacak mıdır?[23] Bu soruya verilecek cevap çok çetrefilli olsa da Hegel’in de dediği gibi: “Tarihten aldığımız ders, tarihten ders almadığımızdır.[24] Tarihten bu dersi almakta zorlandığını bahsettiğimiz Danto’nun öldürdüğü sanat aslında Modernizmin ta kendisidir. Nitekim yalnızca modern ile çağdaş arasında çok keskin bir çizgi çekme çabamı okurun dikkatine sunmak istiyorum [25] derken aslında eleştirmen kimliğinin çelişkisine cesur bir ilk adımdan sonra Yehuda gibi öpücüğü kondurur. Böylece sanat yerine modernizmi çarmıha götürür. Neyse ki bu ölümün sonrasında bir kum fırtınası çıkmayacak ve ölü göğe yükseldikten sonra diriliş gününü beklemeyeceğiz.

SONUÇ

Çalışmamızın tüm başlıklarında tartıştığımız konular dikkate alındığında sanatın bugün bir ölü olduğunu söylemeliyiz. Çünkü sanatın artık insanlığa verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Çünkü kendi öznesi ile arasındaki bağ artık nesnel bir zorunluluktan çok basit bir kandırmacaya dönüşmüştür. Michelangelo’ya konuş benimle diyen artık Musa’nın ta kendisidir. Yabancılaşma öylesine derin bir noktadadır ki sanatın ölüsü bile para etmektedir. Çünkü eleştiri adını verdiklerini bizatihi estetik iktidar aygıtı adeta piyasa virtüözlüğü yaparak bir zevkler borsası yaratmaktadır. Bu zevkler borsasının içinde elbette bir kaçış arayan nadir özneler söz konusu olsa bile mevcut oyuna gözlerine kapatarak koşan bir yığın insan söz konusudur.

Sanat denen bu ölünün mirasyedileri onu gömmek için acele etmiyorsa hâlâ para ettiğindendir. Eleştirmen borsası, yayınevleri, imza günleri, fuarlar, galeriler ne kadar da çoğalırsa çoğalsın ölü çürümektedir. Kokuyu alıyor olmalısınız. Çünkü bir türlü gerçek bir şiir yaratıcı bir resim yahut sizi sizden alan bir müzikle artık karşılaşamadığınızı hepiniz gayet iyi biliyorsunuz. Size sanat diye yutturulan şey basit bir söz oyunu bir matbu harika yahut bir ses keşmekeşinden artık farksızdır. Çünkü her şey pazarlanmaktadır. Pazarlanan her şeyse asıl değerinden aşağıdadır.

Son tahlilde bu illüzyon oyununda perdeyi yırtmanın zamanı gelmiştir. Seyirciler evleri yanarken bu salonda boşa bir umut aramaktadır. Ölülerden medet ummak maalesef insanoğlunun en eski alışkanlıklarından biri olsa da malumun ilanını ediyoruz. Sanat öldü. Onu tatlı hatıraları kulağımızda bıraktığı hoş sedaları ile daima ansak dahi eğer ona gerçekten bir saygı duyuyorsak öncelikle onu tarihin en altına gömmeliyiz. Böylelikle tarihin sürerken bize yeniden neler vaat edebileceğini ve bizim dünyayı yeniden anlamlı hâle getirebilmek için ihtiyaç duyduğumuz en taze en zinde süreçleri nasıl başarabileceğimizi görelim. Sanat öldü. Gösteri bitmiştir.

KAYNAKÇA

TOLSTOY, Lev-Sanat Nedir ? –İş Bankası Yayınları-2019

TURANLI, Gül-Marksist Sanat Anlayışı-Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi-2019

EMMELHAİNZ, Irmgard-Neoliberalism and the Autonomy of Art-2013

EAGLETON, Terry-Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi-İletişim Yayınları-2019

MARX-ENGELS, Karl-Friedrich-Yazın ve Sanat Üzerine-Sol Yayınları-2009

DEBORD, Guy-Gösteri Toplumu-Ayrıntı Yayınları-2013

BENSAİD, Daniel-Guy Debord veya Gösteri, Meta Fetişizminin En Yüksek Aşaması-E-Skop Çeviri

TROÇKİ, Leon-Edebiyat ve Devrim –Kabalcı Yayınları-1989

BAUDRILLARD, Jean-Sanat Komplosu-İletişim Yayınları-2010

FOUCAULT, Micheal-Kelimeler ve Şeyler-İmge Kitapevi-2017

DANTO, C.Arthur-Sanatın Sonundan Sonra-Ayrıntı Yayınları-2014

HEGEL, Friedrich-Tarih Felsefesi-Külliyat Yayınları-2016

BUMİN, Tülin-Hegel-Yapı Kredi Yayınları-2013

[1] Tolstoy-Sanat Nedir?

[2] Marksist Sanat Anlayışı-Doç.Dr.Gül Eren Turanlı

[3] https://www.e-skop.com/skopbulten/neoliberalizm-ve-sanatin-ozerkligi/2889 Irmgard Emmelhainz

[4] Terry Eagleton-Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi

[5] A.g.e

[6] Yazın ve Sanat Üzerine-Karl Marx

[7] Hegel-Tülin Bumin

[8] A.g.e

[9] Gösteri Toplumu-Guy Debord

[10] Daniel Bensaid-http://imdatfreni.org/guy-debord-veya-gosteri-meta-fetisizminin-en-yuksek-asamasi-daniel-bensaid/

[11] Gösteri Toplumu-Guy Debord

[12] A.g.e

[13] Leon TROÇKİ-Edebiyat ve Devrim

[14] Gösteri Toplumu-Guy Debord

[15] Jean BAUDRİLLİARD-Sanat Komplosu

[16] A.g.e

[17] A.g.e

[18] Guy DEBORD-Gösteri Toplumu

[19] Micheal FOUCAULT-Kelimeler ve Şeyler

[20] Jean BAUDRİLLİARD-Sanat Komplosu

[21] A.g.e

[22] A.g.e

[23] A.g.e

[24] HEGEL-Tarih Felsefesine Giriş

[25] Sanatın Sonundan Sonra-Arthur C.Danto