Miami Notları -1
Siz hiç yürüyen yaralar gördünüz mü?
Her köşe başında uyuyakalmış yaralar, her sokak ardında ağlayan yaralar, masalarda tek başına şarap içen yaralar, marihuanayı merhem yapan yaralar? En çok da gece karanlığında sızlayan yaralar, sızısını müzikle, dansla, yabancı bedenlerle bastırmaya çalışan yaralar gördünüz mü?
Ben gördüm.
Ben Cemre, bir süre önce Miami’ye taşındım. Ülkemdeki birçok insanın “çılgınlık” olarak adlandırdığı şeyi yaptım ve taşındım. Kabuk bağlayan yara kaşınır. Bu, vücudun yeni hücrelere uyum sağlama, kabuğun da vücuttan ayrılma sürecidir. İşte böyle bir kaşınma sürecinde yenilenmek için, bana ait olan ve bana ait olduğunu düşündüğüm her şeye uzaktan bakmak için Miami’ye taşındım.
Tatilde olduğumu düşünen arkadaşlarım sessizce sosyal medya paylaşımlarımı izlediler, beğendiler. İkinci aydan itibaren ve Eylül’de okulların açılmış olmasına rağmen dönmemiş olmam insanlarda merak uyandırmaya başladı. Yavaş yavaş yazan, soran insanlar oldu. Bir süre daha burada olacağımı duyan insanların buna sevinmeleri ve “Dönme, orada kal.” demeleri, farkında değillerdi ama, benim için üzücüydü. Bana kal diyenlerin hepsi bir şekilde yaralıydı. Bir kısmı işinden, bazıları ailesinden, bazıları eşinden, bazıları yalnızlığından, bazıları ise kalabalıklığından…
Bana “kal” diyenlerin birçoğu “keşkeler” yumağında boğuluyordu, seziyordum.
Bana “kal” diyenlerin birçoğu umutsuzluğun kıyısında geziniyordu görüyordum.
Bana ‘kal” diyenlerin birçoğu hayalkırıklığı yaşıyordu hissediyordum.
Bana “kal” diyenlerin birçoğu uzakların hep daha iyi olduğuna inanıyordu, biliyordum.
Ve ben onlara sadece “bakalım, hayırlısı” diyordum.
Bir yere yerleşmek değil ama ve ancak bir yerler için ya da bir şeyler için yollarda olmak, yolculuk hâlinde olmaktı aslında bize iyi gelen. Yoldayken karşılaştıklarımız, izlediklerimizdir bizi değiştiren, geliştiren, iyileştiren, düzelten, ehlîleştiren ya da dinginleştiren. Bu yüzden hayatım boyunca hep yolda olmak istedim. Ancak yol, fiziksel bir yol değildir. Yolu; kara, deniz, hava ile sınırlandıramazsınız. Yolda olmak yalnızca bedenle değil, zihinle ve ruhla da yolda olmaktır. Bazen yattığın yerden bazen de oturduğun yerden yolculuk yaparsın. Bize iyi gelecek olan yolculuk hâlidir. Bir şehre yerleşmekten daha çok yolda deneyimleyeceklerim iyi gelecekti bana da. Ben yolda en çok Aruoba’yı anarım, en çok onun dizelerini, sözlerini okurum; “Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.” der. Yolda karşılaştığım herkesin profili aynıydı, onlar hiçbir yer bulamamış kişilerdi.
Miami, dünyada birçok insanın rüyalarının şehridir belki de. Eğlencenin ve lüksün zirve yaptığı, sınırsızlığın ve özgürlüğün hissedilip yaşanıldığı turistik bir şehir. Malum, zaten Amerika özgürlükler(!) ülkesi, değil mi? Evet, burası tam da özgürlükler ülkesi. Fransa’nın hediye ettiği Statu of Liberty ile tüm dünya çocuklarının tertemiz çocuk zihinlerine medya gücüyle kazınmış özgürlükler ülkesi, harika!
Miami’deki ilk günlerim için yazabileceğim en iyi başlık muhtemelen “Mutsuz Köpekler Şehri” olurdu. Burada birçok insan hayatını, evini köpek ya da köpeklerle paylaşıyor. İnsanlar, köpeklerle yaşamayı tercih ediyor. İnsanın insana tahammülünün kalmayışı mı bu tercihe yöneltiyor olabilir, bilmiyorum. Türkiye’de sokaklarda yaşayan hayvanların zor yaşamlarını düşününce buradaki insanların bu davranışı çok erdemli, çok özel gelmişti benim için. Hatta takdir edip mutlu olmuştum. Bir süre sonra insanların köpeklere köpek gibi değil de insan gibi davrandıklarını gözlemlemeye başladım. Bu ciddi bir problemdi. Köpekleri bebek arabalarında gezdiriyorlar, onlara farklı kıyafetler giydiriyorlar, köpeklerin tüylerini ilginç modellerde tıraş ettirip ilginç renklere boyuyorlar, bazıları hiç temizliğini yapmıyor ve hayvanlardan etrafa kötü kokular yayılıyor. Hatta elektroşoklu tasmayla köpeklerin hareketlerini kontrol edeni de gördüm. Köpeklerin mutsuzluğunu hissediyorum. İnsan insanlığını yapıyor, şaşırtmıyordu. Sokaklar yürüyen yaralar, evler mutsuz köpeklerle dolu bir şehir burası.