Derinkuyu Olmak 1 – Örsan Gürkan

Derinkuyulu olmanın yükünü çekebiliyorum ama iyi ki Derinkuyu değilim. Yaşam şartlarının bunca çetinliğine rağmen Derinkuyu medeniyetler için önemli olmuştur. En yakın su kaynağı 30 km ötede, yetmezmiş gibi Türkiye’nin en az yağış alan bölgelerinden biri. İki tepe arasında şaşılacak derecede dümdüz uzanan bir ova. Rakım bakımından epey yüksek. Kışları -20 dereceye dayanan soğuklar yılda en az birkaç gün “en soğuk” ilçeler sıralamasına giren bir yer. Kayaç yapısı merkezde tarıma elverişli değil, volkanik tüf. Günümüz sulama teknolojisi ve çeşitli gereçlerle ancak evcilleştirilebilen bir toprak. İşte Derinkuyu. Derinkuyu’da nefes alırken o muazzam tespit aklımdan çıkmıyor: Coğrafya kaderdir.

Derinkuyu merkezi; üç beş marketin, terzinin, hırdavatçının, lokantanın, eczanenin toplandığı alandır. Bu tenha çarşıda insanlar alışverişini yapıp hemen evine dönmenin telaşı içindedirler. Karman çorman bir mimari söz konusu olduğu için göze hitap ettiği söylenemez. Derme-çatma iki ya da üç katlı eski binalar, altı dükkân şeklinde üst katı boş ve hiçbir zaman dolmayan işletmeler… Bu merkezde kagir evler bile vardır, az dışarıya çıkarsanız eski Rum yapılarını da görürsünüz. Bu mimarinin düzensizliği insanda hemen hiç heves bırakmaz çarşıyı gezmek için. Hâl böyle olunca siz de alışverişinizi bir an önce yapıp evinize gitmek istersiniz. Resmi kaynaklarda ilçe olmasına ilçedir ancak ilçeye benzer bir yanını görmek çok zordur. Burada memur kesimin barınacağı apartman daireleri bile çok azdır. Kaldı ki memurlar il merkezinden geliş gidişi tercih ederler. Derinkuyu’da tarım toplumlarının birçok özelliğini gözleyebilirsiniz. İnsanlar zengin olmasına zengindir ancak ilçenin sokaklarını dolaşsanız ekonomik adaletsizliğin yüksek olduğunu bir çırpıda anlarsınız çünkü ilçe dışına doğru belli bölgelerde müstakil lüks yapılar varken ilçe merkezinde kagir yapılarda insanlar hâlâ yaşamaktadır. İlçe merkezindeki ahırlar, yıkıntı eski binalar ilçenin estetiğine zarar vermektedir. Ayrıca mülteci göçüyle birlikte bölgesinde en çok sığınmacıyı ağırlayan ilçedir. Derinkuyu’nun yapısı gitgide daha karmaşık bir hâl almış; kimin nerede, ne şartlarda yaşadığı belirlenememektedir. Çünkü 50-70 yaşında belki de daha yaşlı evlerden hiç ummadığınız anda birileri çıkmaktadır. Yöre halkının terk ettiği yıkım sürecine girmiş evlerde sığınmacılar yaşamaktadır bunun yanında bu tür evlerde yöre halkından insanların da yaşamak zorunda kaldığı bilinmektedir. İlçede maalesef gezilecek, zaman geçirilecek, sohbet edilecek mekanlar ve alanlar kısıtlı olduğu gibi özellikle kadınların çarşı merkezine rahatça girip çıkabilecekleri, ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri sosyal ortam bulunmamaktadır.

Derinkuyu’nun bu yapısı beni hayretlere düşürmektedir. Yeraltı şehrinin akıl almaz yapısı, sade mimarisi ve üstün mühendislik becerileriyle donatılmış olması Derinkuyu’nun bir zamanlar metropol olduğunun bizlere kanıtıdır. Derinkuyu medeniyetler için bir metropol iken gelinen durumda kasaba kadar bir önemi olmadığı ortaya çıkmaktadır. Hatti, Hitit, Frig, nispeten Bizans medeniyetleri buraya yatırım yapmışlar ancak sonrasında gelen Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Derinkuyu’ya yatırım yapmamışlardır. Bu bile başlı başına hayret edilebilecek, çıkarım yapılabilecek bir konudur. Günümüz insanının bulamadığı hangi özelliği bu medeniyetler Derinkuyu’da bulmuşlardır? Derinkuyu hakkında kendime sorduğum en önemli sorulardan birisi budur. Bana kalırsa Anadolu halkları geçmişten bugüne dindar bir yapıdaydı. Farklı dinleri yaşadıkları bir gerçek olsa da yaşanılan dinin doruklarına çıkıldığını söylemek yanlış olmaz. Derinkuyu büyük bir manastırı andırır, metropol olan bir manastır. Her olanaktan uzaktır, yalnız bir yerdir burası, kimsesizliğin coğrafyasıdır. O yüzden insan kendi içinde derinleşebilir. İnançların gelişeceği, kök salacağı ve toplumların olabildiğine kendi içine kapanabileceği yerdir Derinkuyu. Geçmişten bugüne ele alındığında Anadolu halkları özellikle İç Anadolu halkları verili olan dinden çok farklı ve derin tasavvufi inançlara sahip oldukları için kendilerine buraları “ev” etmişlerdir. Devletle hep sorunlu görünmüşler kendilerine önerilenden başka bir inanç, yaşam biçimi tayin etmişlerdir, bunun en büyük ve görkemli ürünü Kapadokya’dır. Bugün ülkemizin insan sermayesi olarak en geri kalmış alanları bu bölgelerdedir. Sanki geçmişi unutmak, acıları bastırmak, af dilemek istercesine devlete, verili dine en çok sahip çıkan insanlar bu bölgeleri mesken etmişlerdir artık. Bunu anlamak çok da zor değil.

Hep kötü özelliklerini saydım ancak Derinkuyu Türkiye’nin deprem riskinin en az olduğu noktaların başında gelir. Bunu fark eden medeniyetlerin buraya yerleşme nedenlerinin en büyüğü bu olsa gerek. Türkiye’de metropollerin neredeyse tamamı deprem kuşağında bulunmaktadır. Bu yüzden eski medeniyetlere göre aletsel olarak ilerde olsak da akılcılık konusunda sınıfta kaldığımızı rahatça söyleyebiliriz.