Enkaz Ruhlar – Cemre Özcan

Ruhlarımız da biraz enkaza dönmüş evlerimiz gibidir. Benim coğrafyamda insanlar genelde boş arsalarına mimarlarla ve mühendislerle projeler çizip otomatik kapılı garajları, bahçesinde havuzu, terasında şöminesi olan evler yapmazlar. Kimse bahçesindeki çimleri sulayabilmek için fıskiye projesiyle uğraşmaz zaten bahçelerine çim de ekmezler. İç mimarlarla toplantılar yapıp pozitif enerji verecek dekorları, ışığın geliş açısına göre evde bulundurulacak bitkileri, nişlere konulacak bibloları, duvarlara asılacak tabloları ya da kütüphanenin olacağı bölümü konuşmazlar. Ya bir sene kerpiçini döker hazırlarlar bir sene de merteklerini kestirir biçtirirler ya da bir sene demirini çimentosunu diğer sene tuğlasını alır, tanıdık eş dost akraba ustalarla kafalarında çizdikleri evi üç beş senede yaparlar. Ömürleri beklemekle geçmiş insanlar için üç beş sene pek lafı olacak bir zaman dilimi değildir. Ve hatta vadesi gelecek borçlarını düşününce bayağı da kısa bir zaman dilimidir. Derdini en iyi çekecek bacayı bilmezler, terapi nedir düşünmezler ancak dumanı en iyi çekecek bacanın yerini ve yönünü tayin etmekte pek ustadırlar. Boş arsaya işin uzmanları mimarlarla, mühendislerle depreme dayanıklı, güneşi bol alan, havuzlu, otomatik kapılı garajlı evleri planlamak kolaydır. Miras arsa üzerindeki harabe baba evini kardeşlerinle anlaşarak alabilmek ve harabe evi adam edip toparlamak ise maharet ister, dirayet ister, mücadeleci bir ruh ister ve bazen de sert bir duruş ister yıllarca koyun koyuna uyuduğun, bir parça ekmeği paylaştığın kardeşlerini ikna edebilmek için. Önce, duvarları sağlam, merteklerini değiştirsek yeter dersin, ardından kırık camlarını parça parça değiştirirsin, hepsi birbirinden farklı camlar olması önemli değildir, yağmur ve soğuk girmesin yeter. Sorsan ne fark eder hepimiz farklı insanlarız, camlar farklı olmuş çok mu der gülerler ve sonra çok şükür derler çok derinden bir nefesle. Farklı coğrafyalarda insanların kurduğu, bugün eve boya badana için ustalar gelecek, cümlesindeki sadece badana yapılır buradaki evlerde, bolca suya boca edilen kireçle. Evin eşyalarıyla neredeyse hiç ilgilenilmez çünkü önemli ve öncelikli olan başını sokacak bir çatının olmasıdır. İçerde kuru halıda oturup, yavan ekmek yesen de dokunmaz. Yatakları yün döşektir, kadınların hayvanlar kırpıldıktan sonra sodalarla tuzlarla derelerde yıkayıp, döve döve kuruttuktan sonra uzun uzun iğnelerle köpüdüğü yün döşektir. Metropol insanının mesai saatlerinden sonra gittiği spor salonunda boks yapıp deşarj olmasıyla yünleri dövmek kıyasıya yarışır bence. Yorganları da aynı yündendir döne döne köpürler, ipleri kumaşı delip geçmesin diye uçlarına renkli saten parçaları takarlar. Metropolde sanat akademilerinde öğretilen kırkyama, pardon patchworkü, bu coğrafyanın kız çocukları önce yorgan köpüyerek, arda kalan zamanlarda da yarım saten parçalarını birleştirip yatak örtüsü, minder kılıfı yaparak öğrenir. Kadınların kendi ruhlarında yer almayan renkleri yorganları yüzlerken seçtikleri parlak pembe, mavi ya da yeşil satenlerde görürsünüz. Paramparça olmuş hayallerini önemsemeyen kadınlar tek bir kumaş parçasını dahi israf etmeden koca koca kırkyama pardon patchwork yatak örtüleri yaparlar. Bir yastıkta kocasınlar lafı da bu coğrafyanındır. Çiftlerin yastıkları tek ve uzun yapılır. Çift kişilik yatakta tek bir yün yastıkta yatılır ve dilenir ki yastıkları ayrılmasın, değişmesin. Bir de yaşlıların dediği yastık değiştirmekle kader değişmez lafı var ki biraz aba altından sopa gösterme mahiyetli kullanılır, o da insanlar ki özellikle kadınlar, eşlerine sahip çıksın, evliliklerini yıkmasın, çolçocuk dağılmasın diye bir nevi göz dağı vermektir niyeti ama konumuz bu değil.

İnsanların ruhları da böyledir burada, ev yapmak için bekledikleri gibi ruhlarının tedavileri için de beklerler, çocuklarının büyümesini beklerler, çocuklar büyür evlenmelerini beklerler, çocuk evlenir, torunu beklerler, torun büyür, saygı beklerler, kapıları bayramdan bayrama çalınsın beklerler, telefonları susmasın isterler, komşuları kapıyı itsin beklerler ve genelde çocuklarının ya da torunlarının ihanetiyle, kırıcı bir çift sözle, aşağılayıcı bir bakışla bütün beklentiler ceviz oyma çeyiz sandıkların naftalin kokulu çarşafları arasına saklanır. Zaten tedavi dediğin de babadan kalma harabe evi toparlamaktır bu coğrafyada.