Teknoloji Devleri Neden Kendi Çocuklarını Teknolojiden Uzak Tutuyor? – Cemre Özcan

Şimdi size uzun zamandır ülkemizde ve dünyada esamesi okunmayan, hissetmeye hasret kaldığımız kavramlarla ilgili bir konu anlatacağım. Bu yazıyı size son teknoloji bilgisayarımla yazıp internet ağını kullanarak ulaştırıyorum. Aslında daha önce matbu hali için uzunca bir süre direndik, ısrarla adreslerinize kadar iletmek istedik. İstedik ki altını çize çize ya da yanlarına not ala ala okuyun, belki de yalnızca göçüp giden bir ağacın kokusunun size ulaşabilmesi için uzunca bir süre direndik ancak direnişimiz ne okur cephesinde ne de yetkili merciler cephesinde yer bulamadı ve biz SinEdebiyat dergimizi 33.sayısına kadar matbu halinde yaşatabildik. Bu detayları vurgulamam 21.yy da yatağımızı cep telefonlarımızla paylaşmayı bir insanla paylaşmaya yeğlediğimiz, iki santimlik parmaklarını ekranda kaydırdıkları için gurur duyduğumuz bebelere sahip olduğumuz, bütün bilim dallarının içerisine ‘dijital’, ‘sosyal medya’, ‘yapay zeka’, ‘kodlama’, ‘STEM’ vb ifadeleri içeren problem durumları eklediğimiz bir dönemde belirtmem bayağı saçma gelebilir, normal. Eğitimci kimliğimin dijitalleşmenin gerisinde kalmasının hayatımı ne kadar zorlaştıracağının bilincindeyim. Her şeye rağmen ikibin on ikide mesleki hayatımın ilk şokunu yaşatan, şimdilerde ise muhtemelen koltuklara sığdıramadığı et ve yağ kütlesinden yalnızca iskelet evresine geçişi mesleki yaşımla aynı olan ünsüz rahmetli bir milli eğitim müdürünün dediği gibi ‘hazreti Google’ nezdinde tüm o büyüleyici, muhteşem ve heyecanlandırıcı dijital dünyayı bütün o ahmaklıklarıyla ve idiot kullanıcılarıyla kabullenmek zorundayım. Peki bu muhteşem(!) dijital yüzyılının mimarı atfedilen Silikon Vadisi ismini duymayan kaldı mı? Muhtemelen kalmadı. Size Silikon Vadisi’ni anlatacak yetkinlikte değilim ancak Silikon Vadisi çocuklarının eğitim hayatlarından bahsetme yetkinliğini gerek meslekteki onikinci yılım gerekse bugünlerde devam eden doktora eğitimim sayesinde kendimde görüyorum.

Bir kısmınızın bildiği üzere teknoloji devlerinin üst düzey yöneticileri çocuklarını sıfır teknoloji temelli Waldorf Okullarına göndermeyi tercih ediyorlar. Sıradan insanlara; üç yaşında tablet kullanmayı üstün zeka, üstün yetenek sayan sıradan ve sıradanın biraz altındaki insanlara bu durum biraz garip geliyor. 1919’da, Almanya’da Nazi partisinin, İtalya’da Faşist partisinin kurulduğu, Paris Barış Konferansı’nın açıldığı ve ülkemizde milli mücadelenin başladığı yılda tütün fabrikası Waldorf-Astoria’nın yöneticisi Emil Molt işçi, kadın hareketlerinin eğitim önderleri arasında sayılabilecek Rudolf Steiner’i işçilere eğitim vermesi için davet eder. Bu eğitimler sırasında Waldorf Pedagojisinin temelleri atılır. Waldorf okullarının felsefesini anlayabilmek için önce Rudolf Steiner’le tanışmamız gerekir.

Steiner 1867’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında yer alan Kraljevec kasabasında doğdu. Babasının işi sebebiyle köylerde ve kasabalarda el değmemiş doğa içerisinde büyümüştür. Küçük yaşta dini eğitim almasını istemeyen babası ilkokul eğitimini evde kendisi verir. Ortaokul ve lise yıllarında örgün eğitime dahil olan Steiner, geometri, müzik, resim ve klasik dillere ilgi duyar. 15 yaşına kadar Kopernik Kuramlarını, sonrasında Kant felsefesini öğrenir. Viyana Teknik Üniversitesinde matematik, kimya, fizik ve botanikle beraber edebiyat, felsefe ve tarih dersleri de alır. 18 yaşında şifalı bitkileri köylerden toplayıp şehirde eczacılara satan birisiyle tanışır ve bir süre onunla çalışarak botanik, şifalı bitkileri toplama, kurutma, işleme yöntemleri hakkında birçok bilgi öğrenir. Ev öğretmenliği yaparken pedagoji ve şifalı pedagoji fikirlerini geliştirir. Goethe ile ilgili detaylı çalışmalar yapar ve hakkında bir kitap yazar, doğa bilimle ilgilenir, felsefe doktorasını yapar, Nietzsche ile ilgili çalışmalar yapar ve onun hakkında da bir kitap yazar, Karl Max ile ilgili çalışmalar yapar ve İşçi Eğitim Okullarında farklı dersler verir, farklı yerlerde seminer ve konferanslara katılarak 19.yüzyılın felsefi bilgilerini aktarır ve artık kadın ve işçi hareketleri ile reform pedagojisinin öncülerindendir. Yeni bir eğitim tasarımına duyulan ihtiyacın farkında olan Steiner, Berlin’de Mimarlar Evi’nde ‘Çocuk Eğitiminde Temel Fikirler Nelerdir?’ Konulu bir konferansında ‘Çeşitli programlar hazırlayıp durmamalıyız., tersine çocukları gözlemlemeliyiz, onları bireysel olarak algılamalıyız ve sonra yeteneklerine göre eğitmeliyiz.’ Diyerek reformist harekete giriş yapar. 1907’de eğitimle ilgili ilk kitabı ‘Tinbilim Açısından Çocuk Eğitimi’ adlı kitabını yayınlayarak reformist eğitim fikirlerinin ilk somut adımını atar. Çocuğun yedişer yıllık dönemlerde gelişerek, istek ile irade, duyumsama ve düşünmeye tekabül eden üçlü yapısının 21 yaşında erinliğe eriştiğini, sonra özgür bir insan olarak hayata atılabileceğini yazdı.

Bugün biz bazı eğitimciler ve bazı araştırmacılar kendimizi resmi ergenlik yaşının 18 olmasını eleştirirken buluruz. Günümüz gençliğinin 18 yaşa kadar erinleşemediğini gözlem ve deneyimlerimizden yola çıkarak, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, dini ve teknolojik gelişmelerin yeni bir insan formu oluşturduğunu iddia eder, bilgiye ulaşma hızının bilgiyi değerlendirip, analiz edip sentezlenmesine müsade etmeden yeni bilgi bombardımanına tutmasının verdiği bocalamadan bahsederek erinleşmenin ileriki yaşlara itildiğini savunuruz. Oysa Steiner suçlayacak bir teknolojik gelişim olmamasına rağmen insan doğasının tam olarak böyle olduğu, yedişer yıllık üç evrenin doğal bir akış olduğunu ifade ederek, erginliği ve özgürlüğü 21 yaşa bırakır.

Stenir, ruhsal ve yaşamın tinsel gerçeklikle sağlık kazanması amacıyla, aynı zamanda sanat, tinbilim ve toplumsal bir itici güç olarak Antroposofi’yi kurar. Daha sonra tinsel yasalara dayanarak söz ve sesi hareketlerle birleştiren tinsel gerçekliğin ifadesi olan Euritmi’yi geliştirir. Bu sanat dalı; dinlenilen her sesin, her hecenin, her sözcüğün temelinde yatan görünmez yaşam sürecinin dayanağı olan ‘tinsel bilincin’ görünür hale getirilmesini sağlar.

Yazımın başındaki ilk cümlenin devamı niteliğindeki cümlem şöyledir:
Rudolf Steiner, insanın toplumsal yaşamının üçlü bir düzenleme ile verimli olabileceğini söyler. Herkesin eşit haklara sahip olduğu kamusal hukuk devletinde, ekonomik yaşamın kardeşlik içinde birlikte çalışarak yürütülmesini, devletin ve din kurumlarının insanın bilincine egemen olmaktan vazgeçmesini ve sanat, eğitim ile bilimde özgürlüğün egemen olmasını önerdi.

Açtığı Waldorf okullarının amacı, eğitim için gelen gençlerin yalnızca zihinsel eğitimle değil, uygulamalarla bilinçlenerek kendilerini bulmalarına ve daha sonra iş ve kültür yaşamında yer almalarına yardımcı olmaktır. Verilen eğitim, bir dünya görüşüne değil, antropoloji ve insan bilim temelinde tinbilimsel insan anlayışına uygundur. Yaparak, uygulayarak öğrenme esastır. Peki Waldorf okullarında neler yapılıyor? Bu kadar felsefi ağırlığı olan bir sistem çocuklara nasıl aktarılıyor? Waldorf okullarında temel yaşam becerileri kapsamında yemek yapmak, örgü ve dikiş yapmak, kil ve çamurlarla heykeller yapmak, doğal ahşaptan yapılmış yapılandırılmamış oyuncaklarla oynamak, bahçedeki kuru yaprakları süpürmek, bir şeyleri tamir etmek, spor yapmak, dans etmek başlıca faaliyetlerdir. Oyun, nesnelerle hikaye anlatmak, çorba pişirmek, ekmek yapmak, taklit, sanat, drama, müzik, fiziksel aktiviteler ve ritüellerle çocuğun kendisini ve çevresini keşfetmesine fırsat verilir. Her çocuğun kendisi için en uygun öğrenme zamanını kendisi seçebileceğine inanılarak çocuklara akademik beklentiler yüklenmez. Yani Eylül ayında okula başlayan çocuklara Kasım’da okuma bayramı yapılmaz. Ayrıca Waldorf öğretmenlerinin akademik olarak donanımlı olmasının yanında sanatsal ve entelektüel donanımı da çok önemlidir. Steiner’in eğitim felsefesinde taklit ve rol model çok önemlidir. Bu yüzden Waldorf öğretmenlerinin güler yüzlü, sıcak, iletişim becerileri güçlü, yetenekli, üretken, tutarlı ve şefkatli olması önemsenir. Waldorf okullarında, kalp, akıl ve isteklerin eğitilmesi, çocuğun dürtülerini kontrol etmesi, kendisiyle ve çevresiyle barışık bir dünya vatandaşı olarak yetiştirilmesi önemlidir.

Waldorf okullarının yapısı Steiner’in sosyal düzenin üç boyutlu felsefesi üzerine temellendirilmiştir. Steiner, sağlıklı bir toplumsal yapının; ‘ruhsal ve kültürel yaşam’, ‘ekonomik yaşam’ ve ‘hukuk ve politik alan’ şeklinde birbiriyle ilişkili üç katmanı olduğunu ileri sürmüştür. İnsana yakışır daha iyi bir toplumda bu üç katmanlı yapı; ‘özgürlük’, ‘eşitlik’ ve ‘dayanışma’ gibi ilkeler doğrultusunda sosyal düzeni sağlar. Özgürlük ‘ruhsal ve kültürel yaşamı’, eşitlik ‘hukuk ve politik yaşamı’, dayanışma ‘ekonomik yaşamın’ düzenlenmesinde temel alınır (Uhrmacher, 1995. Akt:Temiz Çağlar, Çelen ve Ulutaş. s.144). Yani Silikon Vadisi zenginlerinin, teknoloji devlerinin çocukları için Waldorf Okullarını tercih etmelerinin temelinde çocuklarının ruhlarını beslemek, ruhsal gelişimlerini desteklemek, temel yaşam becerilerini kazandırmak ve tek başına güçlü bir şekilde ayakta durabilen çocuklar yetiştirme isteği yatmaktadır.

Kaynaklar:
• Steiner, R.(2021). Tinbilim Açısından Çocuk Eğitimi ve İmgeleme, Esinlenme, Sezgi ve İlişkileri İçinde İnsanın On İki Duygusu.(Çev.Onur, T.).istanbul. Yeni İnsan Yayınevi (Orijinal yayın tarihi, 1907)
• Temiz Çağlar, A., Çelen, Ş. Ve Ulutaş, İ.(2022). Erken çocuklukta motivasyon. Özbey, S. Ve Dağlıoğlu, E. (Ed.), Erken Çocukluk Eğitimi Yaklaşımlarında Motivasyon (135-160). Ankara. Nobel Yayınevi.
• https://www.bilgipedia.com.tr/antropozofi/
• Akıncı Coşgun, A., Özer, Z. ve Aydın Bölükbaş, F. (2021). Bir Waldorf anaokulu hakkında ebeveyn ve öğretmen görüşlerinin incelenmesi. e-Kafkas Eğitim Araştırmaları Dergisi, 8, 320-337. doi: 10.30900/kafkasegt.888852
• Özdoğan, M. (2020). Rudolf Steiner’in düşünce dünyası ve çalışmaları. İnsan ve Sosyal Bilimler Dergisi, 3 (2), 665-683.
• Çelik, M. (2013). Öğrenme çocuk ile büyür: erken çocukluk eğitiminde Waldorf Yaklaşımı. Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 15 (2), 39-51.