“Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hâlâ”
Yaşar Ercan’ın önerisiyle Sin Edebiyat dergisinin sitesinde yaşadığım yer üzerine kaleme almaya başladığım yazısı dizisinin özellikle son yazısı ile ilgili birçok kişi sitemkâr şekilde eleştirilerini yöneltti. Aslında bunlara eleştiri de denemez. Bu yazıda meramımı açıklamaya gayret edeceğim. Derinkuyu’nun ne kadar da Türkiye’ye benzediğini daha iyi anlamak için çaba göstereceğim.
Şair fırıncıdan her gün ekmek alırmış da fırıncı bir kez olsun şairin şiirini okumazmış. Hesap bu ya benim bir tek şiirimi okumayan şiir yazdığımdan habersiz birçok insan yazılarım hakkında görüşlerini bildirdiler. Eminim Nazım Hikmet’i vatan hainliği ile suçlayanlar da onun bir tek şiirini okumamış, okusa da anlamamış kişilerdir. Bu eleştirileri getiren insanların büyük kısmı beni tanımamış ya da tanıyamamış insanlar. Beni tanıyanlar benim Derinkuyu sevdalısı birisi olduğumu bilirler. Kasap sevdiği postu yerden yere vururmuş. Yazılarımın içeriği dikkate alındığında Derinkuyu’nun şahsına yönelik itibar zedeleyici şekilde düşünceler ileri sürdüğümü ifade edenler bana kalırsa Derinkuyu sevgisini yaşayamayan kişilerdir. Zira ben Derinkuyu’nun daha güzel daha refah bir yer olması gerektiğini bizim Derinkuyu’ya yakışmadığımızı ifade etmiştim, yanılmadığımı görmek beni bir nebze üzdü. Eğer Derinkuyu’nun ve Türkiye’nin bugünkü içler acısı haline bakıp iç geçirmeyenler varsa biz zaten “daha kötüsü”nü hak ediyoruz demektir. Sizlere yeterince yalan söyleniyor, bırakın da birileri olsun size “gerçekleri” anlatabilsin, onlara bu özgürlüğü verebilin. İnsanlar gerçekleri kabul ettiği anda özgürleşmeye, aydınlanmaya ve ruhsal anlamda daha sağlıklı olmaya başlar. Ülkemizin savrulduğu fakat birtakım kişilerin kabul etmediği karanlığın içinde birbirimize dokunmak, birbirimizle konuşmak ve birbirimizi anlamak neredeyse imkânsız bir hâl almıştır, yaşadığım bu son hadise bu durumu benim gözümde tescillemiştir. Sözcüklerimiz anlamını yitirmiş, birtakım gevelemeler içinde kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen; kültürel, ulusal ve dini unsurları alabildiğine yok edilmiş insanlara dönüştük. Neden bilmem bütün ilişkilerimiz ekonomik çıkarlara daha fazla kazanmaya ve diğer bir kişiden daha iyi yaşamaya dayalı şekilde kuruluyor. Direnecek ne kaldı elimizde, bilmiyorum. Size Derinkuyu’nun gezilecek yerlerinden, suyunun havasının güzelliğinden, tarihsel ve kültürel öneminden insanların misafirperverliğinden, samimiliğinden bahsetmek isterdim ancak ülkemiz geneline yayılan ekonomik ve sosyal krizler toplumsal barışı bozmaya başlamıştır. Sosyal ve ekonomik adaletin olmadığı yerde diğer unsurları tartışmak bile olası değildir, bu yönüyle haklısınız; ben de kalkmışım hiçbir şey yokmuş gibi Derinkuyu üzerine yazılar yazıyorum. Adam sen de! Sosyal ve ekonomik adaletin bunca bozulması beklendiğinin aksine sınıfsal çatışmayı körüklemiyor; halkı daha tutucu, bireyci, ırkçı ve çatışmacı bir hale sürüklüyor. Bunlar o kadar çetin süreçler ki ülkemizde toplumsal barışın sağlanma olasılığı yerini derin bir umutsuzluğa bırakıyor.
İnsanları kandırarak, başkalarının hakkını yiyerek acınası bir mutluluk yaşayacağıma Derinkuyu üzerine hüzünlü yazılar yazmayı, onun derdiyle dertlenmeyi yeğlerim. Yazıyı eleştirenler arasında kendinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen, yaşamayan birisiyle sohbet etmemiş; başka birisinin derdini anlamaya çalışmamış hayatı boyunca herhangi bir şey hakkında hüzün ve sevgi duymamış insanlar olduğuna eminim. Bu “yeni” Türkiye’nin “yeni” insanının da beni anlamayacağını biliyorum. Derinkuyu’da üzülmek anlamına gelen ancak bu anlamı aşan daha içten bir kullanım vardır. Bir şey hakkında duygularımızın yoğunluğunu ifade etmek için “sıdalanmak” deriz. Aramızda Derinkuyu’ya “sıdalananlar” varsa Türkiye için de umut hâlâ vardır.
Ben bu umuda dayanarak başladığım yazı dizisini yayınlamayı sonlandırıyorum. Yazmaya devam edeceğim, bir gün olur da okuma-anlama konusunda ısrarcı olursak elbette yayınlanacak ve birilerinin eline geçecektir, bundan hiç kuşkum yok.