Modern Kimlik: “Yalnızlık” – Azize Bati

 

İnsanı hunharca kalabalıklar içinde sadece yürüyen el ve ayaklar hâline getiren ne idi? Altın varlık tepsinin etrafındaki ışık mı?
Para, şan, şöhret, statü, açgözlülük; doyumsuzluk, sevgisizlik, yozlaşma hangi birinde unuttu insan gerçek kimliğini? Olağanca kalabalıklar içinde her yerde umutsuz, tatmin olmayan birey çarpıyor gözümüze. “Nasılsın?” sözcüğü anlamını yitirdi. Artık sadece kelime olarak var çünkü modern çağın insanı anlamını unuttu. Hiç tanımadığınız bir insanın masasına misafir oldunuz mu? Nasılsın diye gerçekten sordunuz mu? Yani lafta değil gerçekten bir insanın hayatındaki sorunları dinlemek için sabır gösterdiniz mi? İnsan varoluşu gereği anlatma ihtiyacına sahiptir. Kimi zaman çok mutlu olduğu bir ânı kimi zaman da umutsuzluğuna neden olan kafa karışıklığını dinleyecek birisini arar. Görmediğini gösterecek bir nesne yahut bir canlı. Dostoyevski, roman kahramanları üzerinden insana görünmeyeni anlatıyordu. Bir insanın göremediği Raskolnikov, Sonya ya da Tefeci Kadın üzerinden yüzyılının içinde bulunduğu gerçekliği okuruna anlatma ihtiyacı duymuştu. Raskolnikov bir çağın insanın bütün benlerini içinde taşıyarak bütün insanların sorunlarını içinde taşıyordu. Bir nevi benliğinin içinde bir toplumun kimliğinin oluşumunu gerçekleştiriyor ve ruhen bu oluşumlarla yaşıyordu. Tefeci Kadın ise bir etik ve ahlak sorunu dile getirerek insanlar arasında yaşıyorken herkes onu kabullenmiş bir şekilde varlığını sürdürmekteydi. Sonya’nın durumu ise daha acınası ve çelişkili bir durum olarak Raskolnikov tarafından “dürüst-fahişe kadın” anlatılmaktaydı. Dostoyevski içinde yaşadığı Rus toplumunun durumunu çizdiği roman kahramanları üzerinden anlatıyordu. Peki, çağımızın dili olmayan yalnızlık hastalığını kim nasıl dile getiriyor? Modern konutlarda oturan birey kendi iç sesini duyamayacak kadar sağır, lüks restoranlarda yemek yiyen ise doyumsuz, alışveriş batağına saplanan bireyin yüzünde bir tebessüm bulamıyorsunuz. Oysa sokaktaki kâğıt toplayan yedi yaşındaki Amir’in kahkahası ruhunuza bir ışık oluyor. İnsanın nerde kaybetti sorusunun cevabını sanırım Amir’in gülüşünde aramalıyız. Var oldukça kaybetti. Sahip oldukça azaldı. Modernleştikçe yalnızlaştı. Raskolnikov bir toplum ben öznesiydi. Çünkü içinde bulunduğu toplumun sorunlarına kayıtsız kalamıyordu. Kimi zaman içinde yaşadığı bu oluşum onu rahatsız ediyordu. Fakat vicdan olarak gerçek bir insan kimliğini yaşıyordu. Bugün insanın “Modern Köleler” olarak tanımlamaların sebebi buradan gelmeliydi. İnsanın modernizm başlığı altında altın varaklı tepside sunulan müthiş bir yalnızlık kimliğidir. Bu kimliğin başlıca esasları kendi çevreni unutacaksın sonra kendi benini hatırlamayacaksın. Yani aileni, arkadaşını, eşini, çocuklarını hatta kendi ismini… Bu sayede ne istediğini bilmeyen ucube bir kalabalık yalnızlık hastalığının pençesine düşerek doğar, büyür ve ölür. Dikkat ettiyseniz yaşar demedim… Kendi varoluş gayesinden uzaklaşan insan bu hastalığın sunulduğu tepsideki altın varağına kandıkça mutlu olmak istese de mümkün olamayacak. Aynı varoluşa sahip bir insanın masasına misafir olmadıkça tedavisi olmayan kanser olarak işleyecek insanın içine. Modern çağda adı yalnızlık olarak bilinir daha sonra gelecek olan asırlarda sözlüklerden başka bir söz türeyecek anlatmak için ama temeldeki sorun hep aynı kalacak. İnsan gerçek kimliğinden uzaklaştıkça bakıp görmeyen kalabalıklar, yürüyen el ve ayaklardan ibaret kaldıkça aynı şekilde erimeye mahkûm olacak. Göz işlevini yitirdi. Kulak zaten duymuyor. Acı herkeste hissedilmiyor. “Tanımadığın bir kimsenin acısını hissedebiliyorsan insansın” sözündeki insan buhar oldu. Öze dönmeli derken öz neydi tam olarak bilinmez belki ama düşünen, hisseden bir insan olarak hatırlamalı varoluş gayesini. Amir’in mutluğunun sebebi tefekkür etmeli. Dostoyevski’nin kahramanı Raskolnikov olarak bakmalı ve görmeli etrafındaki kâinatı…